Köy enstitüleri önce açılıp, sonra da kapatılan bir okul ismi değil, eğitim ve öğretime farklı bir bakış açısıydı! Bugünkü Finlandiya eğitim sisteminin atasasıydı. 85 yıl sonra hala konuşulmaya, tartışılmaya ve hasretle anılmaya devam etmesi bu yüzdendir..
Soran, sorgulayan, üreten, sorun çözen, halkıyla bütünleşen, çevresel koşulları dikkate alan, ilgi ve yetenekleri öne çıkartan, entelektüel ve demokrat bireyler yetiştiren, öğrenmeyi öğrenen ve öğreten, en önemlisi de ülkemin her yeri benim memletim diyen, Cumhuriyeti ve değerlerini iliklerine kadar hisseden ve hissettiren yurttaşlar yetiren bir sistemin adıydı.
Kapatılmaları bir hataydı! Dünya eğitim literatürüne giren önemli bir uygulamaydı, yazık oldu.
Eğitimde yap-boz döneminin miladı oldu ve bugünlere kadar geldi.
Oysa yanlışları varsa düzeltilebilirdi.
Zaman içerisinde göz ardı edilen, yok edilen buydu.
Kabahatli arıyorsak, kabahatli o, bu, şu değil hepimiziz.
Köy enstititülerini kapatıp, fen ve Anadolu liselerini sıradanlaştırıp, meslek liselerini de üniversiteye öğrenci hazırlayan okullara dönüştürüp çocuklarımızı sınav odaklı eğitimin köleleri haline haline hep birlikte getirmedik mi?..
Polemiklerin ötesine geçip eğitimi keşke biraz daha ciddiye alabilseydik...
İşte o zaman kazananların ilk sırasında ülkemiz, milletimiz ve özellikle de geleceğimizin güvencesi çocuklarımız yer alacaktı…
Siyaseti, ekonomiyi, tarımı, küresel ısınmayı, dış politikayı, kentsel dönüşümü, istihdamı, yargıyı, medyayı, hakkı, hukuku, adaleti, terörü, gümbür gümbür gelen kuraklık, kıtlık ve su sorunlarını onlar konuşuyor, tartıyor, çözüm üretiyor olacaklardı.
Köyler yok olmayacak, gençlerimiz masa başına çakılmayacak, işsizlik diye bir kavramla hiç tanışmayacaktık.
İyi hukukçu yetiştirmeden yargıyı,
iyi mühendisler yetiştirmeden depremi,
iyi ziraatçiler yetiştirmeden tarımı,
iyi gazeteciler yetiştirmeden medyayı,
iyi ekonomikler yetiştirmeden enflasyonu, iyi yurttaş yetiştirmeden demokrasiyi,
iyi politikacılar yetiştirmeden kalkınmayı çağdaş normlara getiremezsiniz.
Her şeyin başı eğitim denilmesi bu yüzdendir.
Ve işte köy enstitüleri bunu yapıyordu!..
Dünya örnek aldı, biz kapattık!
Köy enstitüleri, bugün, dünyanın en iyi eğitim modeli olarak kabul edilen Finlandiya modelinin çok daha gelişmişiydi!
Yaparak, yaşayarak, üreterek, sanatla, kültürle, sporla yoğrularak öğreniyor ve öğretiyorlardı.
Kapılarına kilit vurmasaydık, bugün, üreten, okuyan, düşünen, soran, sorgulayan, her alanda kalkınmış bir Türkiye olurdu!..
85. kuruluş yıldönümlerini coşkuyla kutluyoruz.
Açılışları Atatürk’ün direktifiyle gerçekleşti, kapanışları yanlış anlamaların bir sonucu oldu.
Onlara yaşam veren Hasan Ali Yücel’i ve İsmail Hakkı Tonguç’u bir kez daha şükranla anıyoruz...
En çok sorulan soru, yeniden açılamazlar mı yönünde.
Elbette açılırlar.
Ama köy enstitüleri olarak değil, kent enstitüleri ya da üretim liseleri veya Cumhuriyet Liseleri olarak aynı bayrağı şerefle dalgalandırabilirler.
Köy Enstitüleri’ni köy enstitüsü yapan, o gün için kırsal alanlarda açılıyor olmaları değil, sorun üreten değil, sorun çözen nesiller yetiştirmesiydi.
O günün koşullarında, okullarını yoktan var eden de yiyip içtiklerini üreten de yine onlardı
Sağlıktan spora, sanattan ziraata, eğitimden ekonomiye ellerinden her işi gelirdi.
Onlar sadece bir öğretmen değil, atandıkları köyün önderleriydi.
Köyler onlarla aydınlandı, köy çocukları onlarla hemen her alanda zirveye tırmandı.
Binlerce yıldır okuyan, meslek sahibi olan tek kişinin çıkmadığı köylerden, doktorlar, mühendisler, yazarlar, öğretmenler çıkmaya başlaması, köylülüğün makus talihini yendiği gündür.
Mustafa Kemal, “Köylü milletin efendisidir” sözünü boşuna söylemedi. Onların, şehir beyefendilerinin de ötesine geçmesi için elinden geleni yaptı...
Sonra gün geldi, Cumhuriyet tarihi boyunca bin bir zahmetle açtığımız köy okullarını, tıpkı Köy Enstitüleri gibi bir gecede kapattık. Sonra da köyler, çiftçilik, hayvancılık niye öldü diye karalar bağladık!.
Onlar bunu başardı
Bu ruhu yaşayan, yaşatan herkesin doğum gününü bir kez daha canı gönülden kutluyoruz.
İşte köy enstitüsü mezunlarından birinin evindeki ortam. Öylesine güzel anlatıyor ki, fazla söze hacet yok:
“Köy Enstitülü anne babanın yüksek mimar kızıyım.
Çocukluğumdan hatırladığım; kalabalık ortamlarda annemin herhangi bir konuyu yüksek sesle anlattığı, attığı kahkahaların sesi ve benim duyduğum gurur...
Etrafımdaki ailelerden farklı idik.
Sanki onların danıştıkları, bir şeyler öğrendikleri, sorunlarını paylaştıkları, dertlerine çözüm bulabilecekleri bir yuvaydı evimiz.
Köye gidip şalvar giymek, yemeni bağlamak, tütün dizmek en büyük zevkimizdi.
Köy evlerini koklayarak gezerim hâlâ.
Babamın metal şırıngası vardı, kaynatarak sterilize eder, bizim, ihtiyacı olanların iğnesini yapardı.
Kolu bacağı çıkan çocukların acısını giderir, kırıkları hastaneye yollardı; çıkıkçıya gidenlere kızardı.
Annemin de dikiş makinesi vardı. Kadınlara dikiş kursu verdiğini anlatırdı, köyünde öğretmen olarak çalıştığı ilk senelerde.
Köyün ilk okuyan kadını imiş, sonra okumayan kız kalmamış köyünde.
Evimizde asla para konuşulmazdı!..
Bu topraklarda yaşayan insanların eğitiminden kendilerini sorumlu tutan bir anne babanın kızı olarak, eğitime ilişkin tüm yazılarınızı okuyorum. 17 Nisan’da, bu duygularımı sizinle paylaşmak istedim.”
Özetin özeti: Onlar en yok yıllarda en zor olanı başardı, biz en bol dönemde en kolay olanı başaramıyoruz!Köy Enstitüleri bir destandı… (AG, 17 Nisan 2019 Milliyet)