Son yıllarda özellikle de eğitimde en iyi bildiğimiz şey “çaresizlik” hem de öğrenilmiş olanından hem de artık artık öğrenmenin de ötesine geçip davranış biçimi haline geleninden. Böyle gelmiş, böyle gider, eski köye yeni adet getirme mantığının devamı!
Kangrene dönüşen sorunları bilmeyenimiz yok.
Dillendirmeye gelince ahkam kesmeye de bayılıyoruz.
Peki bu noktaya nasıl gelindiğini sorgulayan ve çözümü için yeterince kafa yoran var mı?
Keşke gönül rahatlığı ile evet diyebiliyor olsaydık...
Çareyi hep uzaklarda arıyoruz.
Oysa çare biziz ama ısrarla bunu görmemeye çalışıyoruz.
Eğer ille de bir mücadele verilecekse, bunu bizim yerimize başkaları versin istiyoruz.
Başkalarını hiçbir şey yapmamakla suçlayanlar, peki kendileri ne yaptılar?
Bunu hiç dillendirmiyorlar.
Empati yapanımız da yok gibi…
Hata yapanları, hep art niyetli olarak görüyoruz.
Farklı gündemleri olduğu muhakkak ya da en masum olanı, oturdukları makamlara paraşütle geldikleri için yaptıkları işin detaylarına hakim değiller.
Örneğin son 40, 50 yıldır eğitimde olduğu gibi!
Cumhuriyet tarihi bir yana yakından tanıklık ettiğimiz son yarım asıra baktığımızda eğitime gönül veren, eğitime kafa yoran, sorunları çözmek için çaba gösteren bakan sayısı üçü geçmez! Azı olur, çoğu olmaz.
Peki onlara yeterince yardımcı olduk mu? Onlar da eğitime uzaklıklarını kabullenip liyakatlı kadrolarla çalışmayı tercih ettiler mi?
Evet demek o kadar zor ki…
Eğitimin diğer paydaşları olarak, eğitimin düzelmesi için çaba gösterme yerine “değişen bir şey olmaz” çaresizliğinin ötesine geçebildik mi?
Dersane sistemine karşı çıkarken çocuklarımızı dersanelere göndermedik mi?
Özel okullara karşı çakarken özel okulları tercih etmedik mi?
Sınavsız öğretim derken sınav köleleri haline gelmedik mi?
İlle de eğitim, daha iyi eğitim derken, kadrosunda eğitimcilere zerre kadar yer vermeyen partileri sorguladık mı?
Şişirilmiş hormonlu notlara karşı çıkarken, bize niye verilmiyor diye açık kapı bırakmadık mı?
Mülakata karşı çıkarken, mülakatı destekleyenleri alkışlamadık mı?
Meslek lisesi memleket meselesi diye kampanyalar yaparken, beyaz yakalıları önere edip onlara yan gözle bakmadık mı?
Referansımız akıl, bilim, liyakat olması gerekirken yandaşlara öncelik vermedik mi?
Daha yüzlerce durum tespiti yapabiliriz. Çünkü öyle gördük, öyle görmeye alıştık, farklı görüntülerin bizi rahatsız edeceğine inandırıldık. Yeniliklere, yenilikçilere, sorgulayanlara kuşkuyla baktık.
Peki gelinen noktadan memnun muyuz?
Kabahatliyi daha ne kadar uzaklarda Adıyaman ayıp, kendimize toz kondurmayacağız?..
Hata yapanları hiç koşulsuz alkışlayanlar, olup bitenleri görmezden gelenler, böyle gelmiş böyle gider diyenler hiç mi vicdan muhasebesi yapmayacak, hiç mi çuvaldızının en büyüğünü ilk önce kendisine batırmayacak?..