Herkese üniversite bir avantaj mı yoksa umut tacirliği mi? Dileyen herkes üniversiteye başvurabilmeli ve tek netle üniversiteye girebilmeli mi yoksa baraj mı getirilmeli? Anayasal haklar nerede başlıyor nerede bitiyor? Doğru olan ne?
Herkese üniversiteye girme ve mezun olma hakkı tanıyarak gençlerimize iyilik mi yapıyoruz yoksa derin hayal kırıklıkları mı yaşatıyoruz?
Öğrencilerin 65, 70’ini ilgi, yetenek, birikim ve hayalleri doğrultusunda erken yaşlarda mesleki eğitime yönlendiren dünyanın en gelişmiş ülkeleri mi hata yapıyor yoksa doğan her çocuğu üniversite kapısına yığan ve onları üniversite mezunu yapmak için her türlü barajı kaldırıp 180 soruda bir neti olanları bile üniversiteye alan biz mi yanlışta ısrar ediyoruz?..
Tavşan ile kaplumbağayı yarıştırıp, hazırlık kurslarına her yıl 10 milyar Doların üzerinde para harcatan ve sonuçta yüzde 90’ı mutsuz eden sistemler mi doğru olanı yapıyor yoksa bu kaynakları daha iyi eğitim için harcayan ya da mesleki eğitime aktar ülkeler mi ileriyi görüyor?
İnsan gücü planlaması ve istihdam odaklı eğitim için çok önemli.
Her ülkenin farklı öncelikleri olduğu için olaya bakış açılarının farklı olması da çok doğal.
Kimi sanayiye önem verir kimi de tarıma, turizme, bilişime, endüstriye ya da çok daha farklı alanlara.
Bazı ülkeler de var ki dünyaya eğitilmiş insan gücü ihraç eder!
Ülkelerin eleman açığını görür o yönde yönlendirmeler yapar ve gençlerine mezun olur olmaz kendi ülkelerinde olmuyorsa bile dünyanın herhangi bir yerinde iş bulabilecek donanımı kazandırır.
Yani diploma vermek iş bitmiyor, iş bulmaları, iyi bir ücret almaları, kendi alanlarında sağlam bir kariyer yapmaları ve mutlu olmaları için her adımı, tüm boyutlarıyla düşünür ve ona göre hareket ederler!
Neden mi?
İşsiz kalan ya da mutsuz olan her gencin ülkeleri için bir kazanç değil, kayıp olduğuna inanırlar da o yüzden!..
Gelelim en kritik soruya:
Şu an bizim yaptığımız gibi neredeyse hiçbir kriter aranmaksızın doğan her çocuk üniversiteye gidebilmeli mi?
Elbette gitmeli diyen de çok çıkacaktır, hak edenler gitmeli diyen de çok olacaktır.
“Sınırlama getirilemez” diyenler Anayasal haklardan söz eder. Haklılar da, anayasaların tümü her çocuğun eğitimi hakkının engellenemeyeceğini güvence altına alır. Ama aynı anayasalar her bireyin ilgi, yetenek, istek, hayalleri ve ülke ihtiyaçları doğrultusunda doğru yönlendirilmeleri gerektiğini ve mutlu olmaları için MEB, YÖK, ÖSYM, DPT benzeri kurumlara planlama yapma, yönlendirme, seçme ve yerleştirme görevi verir!
Bu gelenek öteden beri zaten biz de vardı.
Örneğin fen liselerine girmek için Fen, Matematik ve Türkçe dersle ortalamasının 5 üzerinden 4 olması gerekirdi. Hiç kimse de bu bir adaletsizlik demezdi?
Üniversiteye girmek için de iki basamaklı sınavların akademik yeterlilik gerektiren ilk basamağını aşmak gerekirdi.
İşe girmek için KPSS’ye, tıpta uzmanlık için TUS’a girmek zorunlu.
Yine aynı şekilde başta sağlık bilimlerine yönelik fakültelerin yanısıra, hukuk, eğitim mühendisliklere girmek için de belirle barajları aşmanız gerekiyor.
Yeni düzenlemelerle elinde öğretmen diploması olan öğretmen, hukuk diploması olan avukatlık stajı bile yapamıyor, hakim, savcı olmak için başvuruda dahi bulunamıyor. “Önce hukuk yeterlik sınavı”nı aş deniliyor.
Pek çok ülke de bir adım sonrası da var. Tüm bu barajları aşıp avukatlık yapacağım dediğinizde karşınıza bu kez de Baro sınavları ve kotalar çıkıyor ve onları da aşmanız gerekiyor.
Tün bu önlemler ya da barajlar neden konuluyor?
Mesleğin itibarını korumak için!
İleride işsiz kalmamaları için!
Kaliteden taviz vermemek için!
Çocuklarını mutlu etmek için!
Şimdi bu çerçeveden baktığımız da doğan her çoğu üniversite mezunu yapıp işsizlikten kıvrandırmak mı daha doğru yoksa herkesi ilgi, yetenek, hayalleri ve ülke ihtiyaçları doğrultusunda erken yönlendirmek mi daha doğru?
Anlık tepkiler yerine sanki uzun uzadıya bir kez de daha düşünmekte yarar var…