Deprem haberleri geçmişte depremle ilgili yaşadıklarımı, duyduklarımı tekrar tekrar canlandırır. İlk depremle ilgili yaşanmış hikâyeyi babamdan duymuştum. Babam, 1939 Erzincan depreminde enkaz altında 24 saat kalmış; her deprem olduğunda yaşadıklarını bizlere o günleri tekrar yaşıyormuş gibi anlatırdı. Erzincan’da 1992 yılında yaşanan depremde kuzenimi ve kuzenimin eşini, küçük bebeğini kaybetmiştik. Marmara depremi olarak tanımlanan 17 Ağustos 1999 depremini ise İstanbul’da bir apartman dairesinin dördüncü katında yaşadım.
Depremlerden sonra enkazda mucize olarak kurtulan Elif ve Ayda bebeklerin yaşama tutunma çabaları ne kadar bizi sevindirip heyecanlandırmış olsa da yaşamını yitirenlerin yarım kalmış yaşam öyküleri, öksüz kalmış bebelerin dramları, çocuklarını, yakınlarını kaybetmişlerin acıları, dün olduğu gibi bugün de tekrar yürekleri dağlamaya devam etmektedir...
Depremle ilgili geçmişte yapılan açıklamaları ve haberleri anımsadığımda, benzer açıklamaların yapıldığını, deprem bilimcilerin televizyon kanallarında açıklamalarda bulunduğunu, yetkililerin alınacak önlemleri ve deprem yasası ve yapı denetimlerinden söz ettiklerini hatırlıyorum. Geçmişte olduğu gibi bugün de söylemler benzer. Deprem bilimcilerin açıklamalarına göre, “deprem doğa olayıdır. Deprem öldürmez. Tedbirsizlik öldürür.” Peki, tedbirler konusunda dün ne söyledik? Bugün ne durumdayız? Ne kadar yol aldık?
"Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz." Bu tekerlemeyi bilmeyenimiz, duymayanımız yoktur; masallarımızın ayrılmaz parçasıdır. Bu tekerlemenin depremle ilgili geçmişten günümüze yapılan çalışmaları masalsı bir ifadeyle özetlediğini düşünüyorum. Amacım bu konuda suçlu aramak değil, sadece ve sadece bu konudaki tıkanıklığa ve farklı boyutlarına dikkat çekmektir.
Bu yazımda, depremin yarattığı yıkımlar ve acı tablonun kaynağına eğitim çerçevesinde yaklaşmakta yarar görüyorum. Denile bilir ki, eğitim sistemi ile depremin ne alakası olabilir. Eğitim perspektifinden değerlendirme yapıldığında; depremin yarattığı yıkımında temelinde eğitimin önemli payı olduğu görülecektir. Daha önceki yazılarımda ifade ettiğim gibi, inşaat sektöründe kalifiye elaman sorunu yaşandığını ifade etmiştim. İnşaatlarda çalışanların büyük çoğunluğunda mesleki yeterlilik konusunda eksikliğin olduğu görülmektedir. Dekorasyon çalışmalarında evlerde ve binalarda taşıyıcı kolonlara bilinçsizce zarar verilmesi; binalara plan dışında eklenti ya da düzenlemelerin yapılamasının bina güvenliğini ne kadar riske attığı depremde yıkılan binalarda görülmesi; mesleki yeterliliğin gerekliliği ve önemini gözler önüne sermektedir. Büyük inşaat firmaları dışında, inşaat sektöründe çalışanların mesleki yeterlilik belgelerinin olmadığı görülmektedir. Mesleki yeterlilik belgesi zorunluluğu tüm alanlara getirilmelidir. Belgelendirme kuruluşları ve yapı denetim firmalarının denetleme süreçleri gözden geçirilmelidir. Belgelendirme kuruluşlarının tarafsızlığı, değerlendirme ve tarafsızlık komitelerinin denetimi etkili bir şekilde yapılmalıdır. TÜRKAK ve MYK gibi kurumların uluslararası akreditasyon kurumlarıyla eşgüdümlü çalışmaları, yasal düzenlemelerle desteklenmeli ve kurumların tarafsızlıkları güçlendirilmelidir. Tüm sektörlerde, eğitim ve sınav sürecinden sonra mesleki yeterlilik belgelerini tescilleyenlerin çalışmalarına izin verilmelidir. Mesleki yeterlilik sınavında başarı gösteremeyenlerin çalışmalarına izin verilmemelidir. Mesleki ve teknik okullar, kalburaltı öğrencilerin gittiği okullar statüsünden çıkartılarak, yasal düzenlemelerle iş garantili okullar konumuna getirilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı, son yıllarda sektörlerle yaptığı protokollerde mesleki teknik okullara ilginin arttığını beyan etmiş olsa da kademeler arası geçişte uygulanan sınavlarda mesleki teknik okulları tercih edenlerin pek de beklentileri karşılamadığı görülmektedir.
İzmir depreminde olduğu gibi yapı sektöründe olumsuzlukları yaşayarak öğrenmek yerine, doğru planlama ve öngörüyle olumsuzluklar yaşanmadan önlenmelidir.
Babil Kralı Hammurabi, (M.Ö 1728 -1686 ) Mezopotamya’nın Babil ülkesinde çeşitli konularda verdiği kararları, ülkesi Babil’in koruyucusu Marduk adına yapılan Esagila Tapınağı'na dikilen bir taş üzerine Akatça dilinde yazılmıştır. Hammurabi kanunları tarihin en eski ve en iyi korunmuş yazılı kanunlarındandır. Hammurabi kanunlarında inşaat ile ilgili düzenlemeler sırasıyla;
“229. madde: Bir inşaatçı her hangi bir kişi için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa ve onun inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse, inşaatı yapan öldürülür.
230. madde: Eğer bina, ev sahibinin oğlunu öldürürse, inşaatı yapanın da oğlu öldürülür.
231. madde: Yıkılan bina, sahibinin kölesini öldürürse, inşaatçı, evin sahibine köle için ödeme yapar.
- madde: Binanın bir kısmı harap olursa, harap olan kısmın tümünü inşaatçı tazmin eder ve yıkılan binayı düzgün bir şekilde tekrar inşa eder.
- madde: Bir kişi, başkası için bina yapıyorsa, bina henüz tamamlanmamış olsa bile, duvarı yıkılmışsa, inşaatı yapan kişi, kendi imkânlarıyla duvarı daha sağlam hale getirir.”
Günümüzden yaklaşık 4 bin yıl öncesinde inşa edilen yapılarda güvenliği ve belirli bir standardı sağlamak için alınan tedbirleri düşündüğümüzde, bugün için mesleki yeterlilik ve iş standartlarındaki eksiklerimizi daha iyi görebileceğimizi düşünüyorum. Eğitim sistemimizde etkili bir yönelme sistemiyle mesleki ve teknik eğitim güçlendirildiğinde; üniversitelerin önündeki yığılmalar önlenebileceği gibi, her alanda kalite ve güvenlik de ön plana çıkacaktır. Geleceği aydınlık, yarınları umut dolu bir nesil için, “ÖNCELİĞİMİZ EĞİTİM”…