adscode
adscode

Çocukların soruları

Baba, kargalar neden kara biliyo'musun?", "Yumurtalar neden uçmuyor?", "Deniz balıkların evi mi baba?", "Ay amca evlerdeki ışıkları yiyor, onun için çok ışığı var onun di mi?", "Vapurlar batınca denizin canı acır mı baba?"

cemozel2021@gmail.com




“Çocukların soruları, kuşlara benzerler. Onlar, aklı havalandırma hareketleridir. Bu sorular, kimi zaman öylesine yükseklerden uçarlar ki, beynimizin dağları, ovaları ve kıvrımları bile çok aşağılarda kalır. Bu tür soruları boşluğa bırakanlardan biri de, benim uykusu bulutlu oğlum Fırat'tır: "Baba, kargalar neden kara biliyo'musun?", "Yumurtalar neden uçmuyor?", "Deniz balıkların evi mi baba?", "Ay amca evlerdeki ışıkları yiyor, onun için çok ışığı var onun di mi?", "Vapurlar batınca denizin canı acır mı baba?"

1998 yılında ilk baskısı yapılan Akgün Akova imzalı “Elimi Tut Yeter” adlı kitabın üçüncü baskısının arka kapağında işte bunlar yazılıydı. Bir babanın, “Ben nasıl bir çocuktum baba, anlatsana!” gibi bir soruya muhatap olacağını bilen yazarımız, oğlunun küçükken sorduğu soruları not edip onlara cevaplar bulmuş. Bu cevapları bulurken üşenmemiş yeryüzünü aşıp uzaya kadar sıçramış, karıncaların yuvasındaki gizemi çözmek için yerin altını üstüne getirmiş. Size öyle bilgiler sunuyor ki, “Oğlum Fırat sana söylüyorum, okurum sen anla” der gibi bir hali var içinde. E bize de bu muhteşem kitabı okumak ve dilimiz döndüğünce de okutmak düşüyor. Eh, o kadarını da yapalım artık. İyisi mi ben size kitabın içine balıklama atlamanız için bir iki girizgah yapayım.

Mesela Fırat’ın sorduğu ve aslında birçoğumuzun da yanıtını hep merak ettiği bir soru var kafamızı aydınlatan. Soruyor kirpi saçlı Fırat: “Baba, ay amca kimin?”

Akova, yanıtını kendi değil de, bilimsel bir dergiden tarayıp sunuyor okurun önüne:

“Neil Amstrong ve yanındakiler Ay’a ayak bastıklarından beri herkes Ay’ın Amerika Birleşik Devletleri’nin malı olduğunu sanıyor. Çoğu kişinin ciddi olarak Ay’ın Amerika’nın olduğunu sanmasının nedeni, Apollo’nun astronotlarının Ay’ın üstüne diktikleri bayrak.. Ancak, ABD bayrağının Ay’a dikilmesi sadece sembolik açıdan bir önem taşıyor. Uzayı sahiplenme konusu, 1968 yılında yapılan uluslararası bir anlaşma ile çözüme bağlandı. Bu anlaşma Ay’ın ve diğer gökcisimlerinin de içinde bulunduğu uzayın araştırılması ve kullanılması konusunda çeşitli kurallar getiriyordu. Buna göre uzay, hiçbir şekilde hiçbir ulus tarafından sahiplenilemeyecek. Ay, tıpkı “Dünya Parkı” olarak ilan edilen Antartika gibi… Uzay da hiç kimseye ait değil, ya da herkese ait.”

Söz uzaydan açılmışken biraz daha irdeleyelim bu konuyu. Hani derler ya, sorunlarını büyütüp de canını sıkma, uzaktan bakarsan ne kadar küçük olduğunu anlarsın. Sanki bazı astronotlar sırf bunu deneyimlemek için uzaya çıkmış gibilerdir. Öte yandan uzaya çıkıp da dünyayı gözlemleyen astronotlar, fikir birliği etmişçesine sahiplenir tüm gezegeni. O gözlemci astronottan biri de Columbia uzay aracındaki Albert Sacco’dur:

“Uzaydan dünyaya baktığınızda size karmaşık gelen her şeyin aslında çok basit olduğunu görüyorsunuz. Döndüğümde olaylara farklı bakıyordum; eskiden beni çileden çıkaran ufak tefek şeyler beni sinirlendirmez olmuştu. Uzaydan dünya bir bütün olarak karşımızdaydı. Ve 90 dakikada çevresini dolaşıyorduk. Dünyadaki politikacılar ve liderler uzayda dünya etrafında 90 dakikalık bir tur atsalar, birbirleriyle çok daha iyi anlaşır, sorunlara çözüm yolu bulurlar diye düşünüyorduk. Yukarıdan bakıldığında dünya, büyük bir ailenin yaşadığı bir gezegen görünümündeydi.”

Discovery 5 ile uzaya göz bırakan Sultan Bin Selman El-Suud da, “İlk iki gün herkes kendi ülkesini işaret etmeye başladık. Beşinci gün kıtaları göstermeye başladık. Beşinci gün sadece bir dünyanın olduğunu anlamıştık.” der.

Soyuz 14 uzay aracından dünyaya el sallayan Yuri Artyukin’e de kulak verelim:

“Bu birik ve bütünlük duygusu basit bir gözlem değil. Beraberinde bir merhamet duygusu da oluşuyor. İnsanlar yeryüzüne nasıl davranıyorlar!... Bunu düşünmeye başlıyorlar. Bir denizde veya gölde bir parça kirlilik saptamış olmanızla ilgisi yok. Hangi ülkenin ormanlarında yangın çıkabileceği ya da hangi kıtada bir kasırga patlayabileceğini oradan gözlemliyor olmanız da önemli değil. Tüm yeryüzüne arka çıkmaya, onu korumaya başlıyorsunuz.”

Şairlerin de bu düşüncede olduğunu savunuyor Akgün Akova. Ünlü şair Pablo Neruda’nın şu sözlerini de referans gösteriyor: “Kardeşler olarak bu dünyaya gelmiş olduğumuzu kavradık…”

Akgün Akova’nın astronotları ve şairleri aynı kefeye koymasından hareketle daha bir şiir tutkunu olduk. Bakın Neruda’nın yukarıdaki sözlerini aktardıktan sonra, astronot ve şair konusunu nasıl da güzel bağlıyor:

“Bir şaire bunları söyleten ne ise, bir uzay adamının içinde “tüm yeryüzüne arka çıkma duygusu”nu yeşerten şey de odur. Şairin içinde yaşamın kökleriyle sarıp sarmalanan boşluk ile dünyaya bakan astronotun içindeki yalnızlığın yarattığı boşluk aynı duyguya kapı açar: Yeryüzünü savunmaya… Şair de, astronot da şunun farkına varmışlardır: İnsanoğlunun varlığı evrenin varlığı karşısında bir hiçtir. Onu anlamlı kılan bilim ve sanattır. Bilim, insanın yeryüzünün ve evrenin sırlarını çözmesine yarar, sanat da kendi varlığının ve bilinçaltının farkına varmasına. Ve işte tam bu noktada, şair ve astronot, ne acıdır ki, yeryüzünü hemcinslerine, yani insanlara karşı savunmak zorunda kalırlar.”

Biraz daha devam edersem kitaptaki bütün güzellikleri önünüze sereceğim. Kitabın büyüsünü bozmayayım.
Sunay Akın’ın tarzını sevenler her iki şairin de aynı yolun yolcusu olduğunu hemen anlayacaklardır. Elçiye zeval olmaz diyerek, biz aradan çekilelim, siz de Akgün Akova’yla tanışma fırsatı bulun. Daha önceden tanışmış olanlara ne mutlu!


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)