adscode
adscode

“Edebiyat”ın gücüyle “yakın tarih” birleştiğinde ortaya çıkan muhteşem bir kitap:

Şu sıralar şöyle bir farkındalık yaşıyorum. Benim gözümde yazarlar iki türlüdür. Birincisi, "Acaba ikinci kitabı da ilki kadar güzel olur mu?" dedirten, ikincisi de "Yeni bir kitap yazsa da okusak." dedirten. İlk gruba giren yazarların ikinci kitabı da güzel olursa artık ikinci gruba adaydır, diyebiliriz.

cemozel2021@gmail.com




 

Geçen hafta Kitap Kulübü buluşmamız vardı. Arkadaşlardan bol bol fırça yedim. Kitabın hüzünlü kısmını çok ağır buldular. Katılmamak elde değildi.

Şu sıralar şöyle bir farkındalık yaşıyorum. Benim gözümde yazarlar iki türlüdür. Birincisi, "Acaba ikinci kitabı da ilki kadar güzel olur mu?" dedirten, ikincisi de "Yeni bir kitap yazsa da okusak." dedirten. İlk gruba giren yazarların ikinci kitabı da güzel olursa artık ikinci gruba adaydır, diyebiliriz.

Afgan yazar Khaled Hosseini’nin Uçurtma Avcısı adlı kitabını okuduğumda da böylesi bir duyguya kapılmıştım. Okuduğum ilk kitap harikaydı. Acaba ikincisi boynuz olarak kulağı geçer mi yoksa ilkinin gölgesinde mi kalır? Bu riski göze aldım ve üstelik bunu Kitap Kulübünde denedim. Çok şükür ki yine beni mahcup etmeyen bir kitapla daha hemhal olma fırsatı yakalamış olduk.

Khaled’in okuduğum ikinci kitabı, “Bin Muhteşem Güneş” idi. Kitabın isim babalığını Şems yapıyor. İsme konu olan şiirin dizeleri ise şöyle:

"Bu şehrin ne çatılarını ışıldatan ayları sayabilirsin,
ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi." 

Hikayemiz Afganistan’da geçiyor. Sovyet işgali ve sonrası…

Bu süreçte yaşanan olaylar, kadınların çektiği ızdırabı ön plana alarak ilerliyor. Evlilik dışı doğmuş Meryem’in dramı.

Bir yanda babasına olan özlemi ve babasının diğer eşinden olan çocuklarıyla tanışma isteği duyan bir kız, öte yanda ise başına bela olmasın diye onu çocuk yaşta evlendirmeye zorlayan bir baba. İşte kitabın bu kısmı boğazımızı düğümlemeye yetiyor da artıyor bile. Her perşembe, Meryem’i görmeye gelen Celil’in zaman darlığından dolayı yaşadığı kaliteli anlar, kızcağızın sürekli hayallerini süslüyor.  Her perşembe onun gelişini iple çekiyor. Celil, kızına hediyeler getiriyor, birlikte ırmağa inip balık tutuyorlar. Babasının gideceği zaman diliminde ise büyük bir hüznün içine çöküyor Meryem. O anları şöyle dile getiriyor usta kalemimiz:

Celil’in gitme vakti gelince, Meryem kapının önünde durur, bir sonraki ziyaretle arasında uzanan, devasa, yerinden oynatılamaz bir nesne gibi duran o koskoca haftanın düşüncesiyle, sönmüş bir balon kadar ölgün, onun açıklıktan çıkışını seyrederdi. Celil’in arkasından bakarken, her seferinde soluğunu tutar, içinden saniyeleri sayardı. Nefes almadığı her saniye için, Tanrı’nın ona Celil’le bir gün daha bahşedeceğine inanırdı.

Bu duygularla kasıp kavrulan Meryem, babasının onu zorla evlendirmesiyle adeta bir yıkım yaşıyor. Onu kocasıyla birlikte otobüse bindiriş sahnesi çok fena. Otobüse binmeden önce ona Kabil’i övücü şeyler söylüyor; ama Meryem öyle düşünmüyor. İstiyor ki bu yıkımın altında babası da kalsın. Şimdi de o sahneye gidelim:

… Celil habire Kabil’in ne olağanüstü bir şehir olduğunu anlatmaktaydı; Moğol imparatoru Babür bile oraya gömülmeyi vasiyet etmişti. Meryem onun ayrılık vaktine kadar böyle konuşup duracağını, Kabil’in bahçelerini, dükkanlarını, ağaçlarını, havasını öveceğini biliyordu; sonra bir bakacaktı kendisi otobüste, Celil’se aşağıda, ona neşeyle el sallamakta: yarasız, beresiz, sapasağlam.

Meryem buna izin veremezdi.

“Sana tapardım,” dedi.

Celil lafının ortasında duruverdi. Kollarını göğsünde kavuşturdu, sonra çözdü. Genç bir Hindu çift, kucağı bebekli bir kadınla, bir bavulu sürükleyen erkek, aralarından geçti. Bu müdahale Celil’in çok işine gelmiş gibiydi. Çift özür diledi. O da kibarca gülümsedi.

“Perşembeleri saatlerce oturup beklerdim seni. Gelmeyeceksin diye ölesiye kaygılanırdım.”

“Yolunuz uzun. Bir şeyler yemelisin.” Sonra, ekmekle keçi peyniri alayım mı, diye sordu.

“Sürekli seni düşünürdüm. Yüz yaşına kadar yaşaman için dua ederdim. Bilmiyordum. Benden utandığını bilmiyordum ki.”

Celil başını eğdi, vaktinden önce gelişmiş bir oğlan çocuğu gibi, ayakkabısının burnuyla toprağı eşeledi.

“Benden utanıyordun.”

“Seni görmeye geleceğim,” diye mırıldandı Celil.

“Kabil’e gelip seni ziyaret edeceğim. Birlikte…”

“Hayır. Hayır,” dedi kız. “Gelme seni görmek istemiyorum. Sakın gelme. Senden haber almak istemiyorum. Asla. Asla.”

Celil’in yaralı gözlerle bakışına aldırmadı bile.

Sonrasında kitabımızın diğer kadın kahramanı Leyla giriyor hayatımıza. Kaderin, ağlarını çok sık ördüğü Afganistan’da, Meryem ve Leyla’nın ortak kaderi çiziliyor. Aynı kocanın iki eşinin birlik olup her türlü zorluğa göğüs germesini tüm çıplaklığıyla ve edebi hüneriyle anlatıyor Khaled Hosseini.

Yazarımız bu muhteşem kitapla birlikte Afganistan’ın bu dönemine de ışık tutuyor. Hem çok iyi bir roman okuyacaksınız, hem Afganistan’ın yakın tarihini öğreneceksiniz hem de kadınların yaşadığı acıyı iliklerinizde hissedeceksiniz.

Şu kitabı taş okusa çatlar, su olsa buhar olur, buz olsa erir, çelik olsa kırılırdı. Uzun zamandır muhteşem bir kitap geçse de okusam, diyorsanız bu kitap tam da size göre.

 


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)