…diyor Uluslararası Atletizm yetkilileri.
Geçtiğimiz Cumartesi günü Sabancı Üniversitesi’nin Karaköy’deki tarihi Minerva Han binasında düzenlenen bir toplantıya katıldım. Direktörlüğünü Zeynep Gülru Göker’in yaptığı SU Gender (Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi)’ın her ayın ilk Cumartesi günü gerçekleştirdiği “Cumartesi Söyleşileri”nin bu dönemki ilk konuğu, İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Yağmur Nuhrat idi. Konuşmanın başlığı çarpıcıydı: Cinsiyet ve Spor: İkilik, Kapsayıcılık ve Hakkaniyet.
Spora meraklı olan kızımı da yanıma alıp gittim. Cumartesi olmasına rağmen salon tıklım tıklımdı. Bu kalabalık, konunun ne kadar dikkat çekici olduğunu da gösteriyordu.
Yağmur Hanım, kadınların sporda yaşadıkları eşitsizlikleri örneklerle anlattı. Başta bu durumun sadece gelişmemiş ülkelerde yaşandığını düşünüyordum; fakat asıl sorun, kendilerini “medenî” gören Batılı ülkelerdeymiş. Elde bir kanıt olmamakla birlikte sanki Batılılara göre ideal kadın formu, Batı tipli olmalıymış da diğer ülkelerin kadın sporcuları, kadın olduklarını kanıtlamak zorundaymış, hissi doğuyor. Kadınlar, kromozom ve hormon testlerinden geçiyor, sonuç olumlu çıkarsa “Fem Card” adında bir belge alıyorlarmış. Bir sonraki müsabakada o kart olmadan yarışmalara katılamıyorlarmış.
Bu örnekleri duydukça şaşırdım, utandım, öfkelendim. Kızımın yüzüne bakmaya bile çekindim bir an; çünkü anladım ki, kadınlar hayata bir değil, iki adım geriden başlıyor.
Üstelik bu uygulamaları savunan erkek yöneticiler, bunları “kadınları korumak” için yaptıklarını söylüyorlarmış. Ne büyük çelişki! Koruma bahanesiyle sınır koymak… Tanıdık bir yöntem!
Toplantıda öğrendiklerimden biri de şu: Eğer bir kadın sporcunun testosteron seviyesi belli bir değerin üzerindeyse, bu seviyesi “düşürülmeliymiş.” Gerekirse ameliyatla! Kadının bedeni üzerinde karar veren, yine erkek egemen sistemler…
Yine de her şey bu kadar karanlık değil. Direnen, dayanışan kadınlar da var. Bir yarışmada iki kadın aynı rekoru kırınca, jüri rekor seviyesini düşürüp sadece birini birinci yapmaya çalışmış. Kadınlar buna itiraz etmiş, madalyayı paylaşmışlar. Ne güzel bir dayanışma örneği! Rekor seviyesini yükseltmek yerine düşürmek. Aman kadınlar, erkekleri geçmesin!
Aslında “kadın sporunu koruma” bahanesiyle getirilen kurallar, kadınları korumuyor; tam tersine, onların önünü kesiyor.
O salondan çıktığımda şunu düşündüm: Biz erkekler belki de bir günümüzü “utanma günü” ilan etmeliyiz; çünkü bu dünyada hâlâ kadınların kendilerini ispatlamak zorunda olduğu bir düzen var ve bu düzeni değiştirmeden “eşitlikten” söz etmek mümkün değil.

