Amcasından Cevat, babasından Şakir, annesinin rüyasında gördüğü Musa Peygamberden de Musa adı verilen Musa Cevat Şakir, Bodrum’da, sürgünden sonra, buranın Karia çağındaki adından esinlenerek Halikarnas Balıkçısı ekadını alır ve öyle de devam eder yazgısı. Bu arada dikkatli okuyan okuyucular bu cümlede geçen bir kelimeye takılmış olabilirler benim gibi. Hızlı söylenince tam da Arapça bir kelimeymiş gibi görünse de parçalara ayırdığımızda lakap yerine yani “ek ad” olarak kullanmış ekadı sevgili yazarımız Halikarnas Balıkçısı. Ekad tutmamış olacak ki ne TDK sözlüğünde ne de İnternette bu kelimeye rastladım. Bence müthiş bir kelime. En azından ben kullanacağım ve kullanılması için de büyükelçiliğe soyunacağım. Eskiden Sabahattin Ali ve Yaşar Kemal’in köy köy dolaşıp yerel bölgelere hapsolmuş özgün hikayeleri tüm dünyaya duyurmak için hikaye toplayıcılığı yaptığını okumuştum. Şimdi bu işler çok meşakkatli. Kim dolaşacak da hikaye toplayacak köy köy. Hadi köy köy gezmeyi bıraktım da Halikarnas Balıkçısı gibi değerleri okusak bile yeni kelimeler belki de hiç duymadığımız atasözleri duyacağız. Halikarnas Balıkçısı’nın “Gençlik Denizlerinde” adlı kitabında daha önce hiç duymadığım bir iki atasözü var; ama biraz müstehcen olduğundan burada paylaşamıyorum. Bu atasözlerini bulmayı söz konusu kitabı okuyanlara bırakıyorum.
Musa Cevat Şakir’in çocukluğu, babasının atandığı Atina’da, beş yaşından sonra da İstanbul Büyükada’da geçmiş. Hayatının bir döneminin Büyükada’da geçtiğini, kitap okumak yerine dizi meraklısı ahalimiz Pazar akşamları Şakir Paşa Ailesi adlı diziden biliyordur.
Bu yıllarda resim yeteneğiyle dikkati çeken Cevat Şakir, bir yandan özel dersler alırken, bir yandan Büyükada Mahalle Mektebi’nde okumuş. İngilizceyi hayli iyi kavradığı için, hazırlık okumadan Robert Kolej’in birinci sınıfına alınmış. Bu okulu, ilk mezunlarından biri olarak pekiyi dereceyle bitirmiş. Bir yazar düşünün ki, gençliğinde yurt dışı görmüş, İngilizcesini ilerletmiş, ülkemizin güzide kurumlarından Robert Kolej’de okumuş, daha sonrasında ailesinin ısrarıyla da olsa Oxford Üniversitesi’nde okumuş (şu anda bile dünyadaki ilk 100 üniversitenin en tepesinde bulunan bir üniversite), ressamlığa soyunmuş; ama gelin görün ki kendini bildi bileli denizci olmak istiyormuş. Kader denize atılan ağlarını örünce de hiçbir kuvvet o ağlardan kurtulamaz. İşte böylesi güçlü biri, yazarlığa soyunduktan sonra müthiş eserler bırakmış bize. Çok şanslıyım ki, Aganta Burina Burinata ve Gençlik Denizlerinde adlı hikaye kitaplarını okumaya nail oldum. Diğer kitaplarını da okuyacağım. Özellikle Gençlik Denizlerinde adlı hikaye kitabında ressam yanını da kullanarak müthiş tasvirler yapıp adeta kelimelerle bize resim yapmaktadır.
Her insan kağıt dışında başkaca yerlere notlar alır. Ben zaman zaman elimin içine ya da elimin beline, bileklerime notlar alırım. Cevat Şakir de duvarlara not alırmış. Torunlarının boylarını, “Merhaba Apartmanı”ndaki çalışma odasının duvarına renkli kalemlerle işaretler, böylece, onların zaman içindeki büyümelerini gözlemek istermiş ya da roman yazmaktadır diyelim; duvara çeşitli notlar düşermiş: “Mahmut yaralandı”, “Ayşe sevgilisine kaçtı”, “Haşmet öldü” vb. Böylece, kahramanlarının son durumlarını unutmamak; yazdıklarını yeniden okumak zorunda kalmamak istermiş. Gelin görün ki, eşi Hatice Hanım, titiz ve temiz bir kadın olduğundan sevgili yazarımız evde bulunmadığı bir sırada, onun odasını da boyatıverirmiş. İşte buna çok dertlenirmiş bizim Halikarnas Balıkçımız. Bu yazıyı yazarken Gençlik Denizlerinde kitabının önsözünden de çok yararlandım. Şuna da değinmeden edemeyeceğim: Başkalarının çizdiği çizgiden gitmek özgürlüğüme dokunuyor” diye, çizgili kâğıt kullanmazmış.
Sizce de müthiş bir karakter değil mi? İşte böylesi bir karakterin kaleminden çıkan hikayeler bizim için bir nimet. Hikayelerinden birinde çok sevdiği deniz için şöyle bir betimlemede bulunur:
“Bak evlat, o doğanın dünyada yaptığı en büyük şeydir. Her yerde ne kadar su varsa, hepsi de denize akar. Suyu tuzludur, ne var ki, onun bir tadına varan, ondan gayri bir şey istemez. Gün olur, nah, işte şu açık avcumu görüyor musun, onun gibi yamyassıdır. Bakışı çocuk bakışı gibi masumdur. Ama hele rüzgar bir sert esmeye görsün, şu gördüğün dağlar vardır a, onlardan daha kocaman kabarır. Bu köy evlerini görüyorsun ya, onlardan daha büyük gemileri hap gibi yutar. Ne bileyim; derindir, açıktır ama güzeldir.”
İnsan, Bodrum gibi bir yerde yaşar da mitolojiye merak sarmaz mı? İşte o merakı, hikayelerinde de kendine yer bulur ve bizi mest eder.
Çok da bilgilidir. Kimi hikayeleri bilgi yüklüdür. Yarasalar ve foklar hakkında daha önce duymadığınız bilgileri satır aralarında size altın tepsiyle sunar.
Eminim ki Aziz Nesin gibi Orhan Kemal gibi pek çok yazarımız Halikarnas Balıkçısı’nın bütün kitaplarını okumuştur. Özellikle Aziz Nesin güldürü yazıları ve ortaya yeni atılan kelimeler konusunda Halikarnas Balıkçısı’ndan beslenmiştir diye tahmin ediyorum.
Eski şarkıları dinlemek çok hoş; ama yeni nesle tanıtmak için bazen “cover” ediyorlar. Biz de çok kıymetli hikayelerimizi gün yüzüne çıkarmak, yeniden okunmalarını sağlamak için farklı yöntemler denemeliyiz diye düşünüyorum.