adscode
adscode

Prof. Dr. Haluk Alkan "COVID-19 Sonrası Devletin Geleceği"ni Anlattı

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün hazırladığı Siyaset Konuşmaları programının üçüncüsü 25 Şubat 2021’de çevrim içi olarak gerçekleşti.

Prof. Dr. Haluk Alkan "COVID-19 Sonrası Devletin Geleceği"ni Anlattı
Üniversite

Programın konuğu olan İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Alkan “COVID-19 Sonrası Devletin Geleceği” başlıklı konuşmasını gerçekleştirdi.

 

Güncel siyaset konularının alanında uzman hocalarla konuşulup değerlendirildiği programa konuk olan İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Alkan, “Özellikle COVID-19 sürecini anlayabilmek için şunu ifade etmek gerekli; tıpkı demokrasinin özgürlük ve eşitlik dengesinde olduğu gibi günümüzde devletin temel paradokslarından birisinin de özerkleşme ve demokratikleşme arasındaki gerilim üzerine yapılandığını düşünüyorum. Ve buradan hareket edilmesinin daha açıklayıcı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla devlet yapısı gereği özerkleşme eğilimde olan bir yapılanmadır. Tarih hep bu şekilde devletlerin gelişim çizgisinin olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda demokratikleşme de dünya tarihinin bir vazgeçilmezi olarak günümüze kadar geçirdiğimiz birikimde öne çıkmış bir olgudur. Fakat iki olgu bir arada bulunmak zorunda. Öyle görünüyor fakat bunların arasında bir dengenin oluşturulması devletle demokrasinin geleceği açısından son derece önemli bir durum gibi gözüküyor” sözleri ile konuşmasına başladı.

Prof. Dr. Alkan, “COVID-19 sonrasında devletlerin geleceğinde de devletin özerkliği ve onu özerkleştiren unsurlarla hesap verebilirliğinin sağlanması arasında yani demokratikleşme boyutu arasında denge kurulmasını son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Devlet konusunda farklı görüşler var. Devlet çok eski 5 bin yıllık geçmişe sahip bir olgu mudur yoksa sanayi devrimin getirdiği modern devlet midir? Biz bunlardan ikinci görüşe yani devletin çok eski dönemlerden günümüze gelen değişerek, kendini üreterek bu günlere gelen bir form olduğunu düşünürsek buradan hareket edersek son derece esnek bir olguyla karşılaşırız” dedi.

“Her Devletin Kendine Ait Bir Dünya Görüşü Var ve Bu Dünya Görüşü Aynı Zamanda Bir Yönetsel Kültür Oluşturur”

Devletin her şeyden önce bir coğrafya olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Alkan, “Coğrafik farklılaşmanın devletin yapısı ve niteliği üzerinde doğrudan etkide bulunduğunu söyleyebiliriz. Devlet aynı zamanda bir ekonomidir ve ekonominin yapısı, dinamikleri, yönü devletin farklılaşması ve örgütlenmesi üzerinde yakından etkilidir. Yapı devlet, askeri yapılar hatta devletlerin ilk ortaya çıkışında orduların belirleyici olduğunu savunan ve ileri süren tezlerde vardır. Bürokrasi devlet ise kendi çalışanı, kendi anlayışını hayata geçirdiği, insanlara bunları öğrettiği, otorite değerlerini benimsettiği bir kadroyla çalışıyor. Tabii bunların hepsi birbirinden farklılaşmayı doğuruyor” ifadelerini kullandı.

Devleti karşımıza aldığımızda aslında çok sayıda örgütlenmiş yapılarla karşı karşıya kaldığımıza değinen Prof. Dr. Alkan, “Devletin somutlaşmış biçimi aslında kurumsallaşmış örgütler topluluğu olarak karşımıza çıkıyor. Zaman planlaması yapıyor devlet. Yani zaman yönetimi yapan bir şey olarak o kurumları birbirleriyle etkileşim içerisinde çalıştırabilen bir yapı söz konusudur. Denetliyor, cezalandırıyor ve sürekliliğini bu temelde sağlıyor. Dolayısıyla devlet dediğimiz unsur bir dünya görüşüne bağlı olarak sadece kurumlar topluluğu değil bir ideoloji, bir kültür üreten yapılanmadır. Her devletin kendine ait bir dünya görüşü var ve bu dünya görüşü aynı zamanda bir yönetsel kültür oluşturur” dedi.

“Devlet Giderek Ekonomiyi, Sosyolojiyi, Askeri Yapıyı ve Bürokrasisini Yönetmeye Çalışıyor”

Tarihsel zaman içerisinde son derece yerleşik hale gelen devletin doğasında bir özerkleşme olduğunun altını çizen Prof. Dr. Alkan, “Devlet giderek ekonomiyi, sosyolojiyi, askeri yapıyı ve bürokrasisini yönetmeye çalışıyor. Yönetmeye çalıştığı içinde bu alanlara hâkim olması lazım. Hâkim olması ise onu belirleyici bir güç haline dönüşmesini gerektiriyor. Belirleyici bir güç olduktan sonra da devlet özerkleşmesi dediğimiz bir olguyla karşılaşıyoruz. Şimdi, burada devletin belirleyici güç olmadığını savunan tezler de var. Sadece bunu mutlak bir gerçeklik olarak ortaya koymayalım bu yanıltıcı olur. Aksine sosyolojinin veya ekonominin uzantısı olarak devletin belirlenen bir olgu olduğunu savunan görüşler de var. Fakat bakıyoruz teorik alanda bile bu düşüncelerin zaman içinde devletin özerk yönüne işaret eden yeni teorik yaklaşımlara dönüştüğünü görüyoruz. Mesela, klasik Marxizm de devlet sınıf çatışmasının sömüren sınıfın bir aracı olarak görülür fakat zaman içinde Marxist yaklaşımlar içinde de devletin özerkliğine vurgu yapan yaklaşımlar öne çıktığını görüyoruz” dedi.

“Devletlerin Geleceği Konusu Küreselleşme Bağlamında Tartışılır Bir Olgu Oldu”

Devletin küreselleşmesi konusundaki görüşlerini aktaran Prof. Dr. Alkan, “1990’lı yıllar, aslında 70’lerden başlayan bir süreç ama adını koyalım Sovyetler Birliği dağılmasaydı biz bu ilişkiyi bu boyutta tartışmayacaktık. Küreselleşme ve etkileri söz konusu olacaktı ama devlet-küreselleşme çelişkisi üzerinde konuşmayacaktık. Sovyetler Birliği’nin dağılması önemli bir faktör oldu ve bununla birlikte bizler küreselleşmeyi etimize kemiğimize işlemiş bir olgu olarak algılamaya başladık. Bunun sonucunda ise devletlerin geleceği konusu küreselleşme bağlamında tartışılır bir olgu oldu. Küreselleşmeye baktığımız zaman ekonomik, teknolojik, kültürel sosyolojik genel bir değişim ifade edilir. Bu küresel değişimler, devletlerin özel alanlarına yönelik bazı tehditleri de içerir. Bu çerçevede baktığımızda teknoloji çok önemli. Özellikle iletişim teknolojisi daha sonra bilişim endüstrisi diyebileceğimiz bir boyuta doğru evirilen bir süreç içerisinde normların, ideolojilerin ve değerlerin sorgulamaya açılıp, bunlar üzerinde tartışılmaya başlandığı değer yargılarının sınır tanımaz bir biçimde küresel ölçekte benzeşme yoluna girdiği bir etkileşim alanı ortaya çıktığını görüyoruz” diyerek devam etti.

“COVID-19, Öncelikle Temel Hakkımız Olan Sağlık ve Yaşama Hakkımızı Tehdit Ediyor”

COVID-19’un devlet otoritesi, küresel otoriteler ve ulus ötesi siyasal yapılanmalarda yönetsel anlamdaki gücü ve kimin ön plana çıkacağı yönünde bir mihenk taşı oluşturacağını vurgulayan Prof. Dr. Alkan, “COVID-19 bizi hangi konularda etkilediği konusunun üzerinde durmak istiyorum. COVID-19, öncelikle temel hakkımız olan sağlık ve yaşama hakkımızı tehdit ediyor. Yani en temel insan hakkına yönelik açık bir tehdit içeriyor ve devlet ile siyasetin en önemli doğuş nedenlerinden birisi de güvenliktir. Burada da en önemlisi can güvenliğidir. Yani COVID-19 ciddi anlamda bizim küresel olarak temelde olan varlık nedenimize tehdit içeriyor. İkinci boyut ise tabi ki ekonomidir. Ekonomik olumsuzluklar ortaya çıkmıştır. İnsanlar işlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalar, sıradan insanların iş kaybetmesinin yanında tedarik zincirinin ortadan kalkması, üretimin yapılamaması, talebin değişmesi veya ortadan kalkması dediğimiz bir boyut söz konusu. Yani genel anlamda hem bireyleri hem sektörleri hem de yerleşik iktisadi aktiviteleri ciddi anlamda tehdit eden bir durumla karşı karşıyayız. Sosyolojik boyut değişiyor. En basiti evlere kapanmamızın getirmiş olduğu ilişkiler, aile içi şiddetin artması, genel olarak insanların şiddete daha meyilli hale gelmesi ve psikolojik sorunlar gibi alanlarda da belli tehdit ve sorunları gündeme getiriyor” dedi.

“Uluslararası İş birliği Eksikliği Dolayısıyla Küresel Alan Bu Tehditle Baş Edebiliyor mu?”

Prof. Dr. Alkan, “Gelelim siyasete. Öncelikle insan haklarına saygı kaybolmaya başlıyor. Bu son derece önemli. Genel anlamda şiddetin ve ötekileştirmenin doğurduğu insan haklarıyla korunmuş alanları tehdit eden bir kargaşa ortamının toplumsal yapıyı tehdit etmesi gibi bir durum söz konusu. Bu, ayrımcı politikaların güçlenmesini içerebiliyor, şiddetin artmasını gündeme getirebiliyor ve dezavantajlı grupların kamu hizmetlerine ulaşması yönünde ciddi engeller oluşturuyor. Sağlık alt yapısını da bir tartışma konusu yapıyor. Neticede tedavi görülmek isteniyor ve bu sadece COVID-19 değil, diğer hastalıklarda da tedavi görenlerin sağlık hizmetlerine ulaşması yönündeki engelleri beraberinde getiriyor. Uluslararası işbirliği eksikliği dolayısıyla küresel alan bu tehditle baş edebiliyor mu? Bu iş birliği eksikliğinin doğurduğu ciddi sorun ve tehditler ile insan haklarının ikinci plana itilmesi durumları söz konusu oluyor” şeklinde konuştu.


Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :


Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)