adscode
adscode

"Yeni eğitim öğretim yılı sorunların gölgesinde başlıyor"

Eğitim Sen, okulların yüz yüze eğitime başlaması ile birlikte, eğitimdeki sorunları ortaya koymak, sağlıklı ve güvenli bir ortamda tam zamanlı, kesintisiz, yüz yüze eğitim için alınması gereken önlemlerle ilgili raporunu kamuoyu ile paylaşmak üzere,

"Yeni eğitim öğretim yılı sorunların gölgesinde başlıyor"
Sendikalar
Güncelleme : 07-Sep-21 16:51


Eğitim Sen, okulların yüz yüze eğitime başlaması ile birlikte, eğitimdeki sorunları ortaya koymak, sağlıklı ve güvenli bir ortamda tam zamanlı, kesintisiz, yüz yüze eğitim için alınması gereken önlemlerle ilgili raporunu kamuoyu ile paylaşmak üzere, basın toplantısı düzenledi.

Basın toplantısında Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul’un yaptığı açıklama şöyle:

Yeni eğitim öğretim yılı, salgınla ilgili kaygılar, aşı ve test tartışmaları, LGS sonrası istediği okul türüne yerleşemeyenler, kalabalık sınıflar, öğretmen açıkları, özel-devlet arasındaki uygulama farkları vb. bir dolu sorunun gölgesinde başlıyor.

Eğitim öğretim yılı Kovid-19 salgının gölgesinde açılırken, okulların salgın koşullarına karşı tedbirlerde hazır olduğunu söylemek mümkün değildir. Kovid-19’un pandemi olarak ilan edildiği Mart 2020’den bugüne dünyanın pek çok ülkesinde sağlık ile birlikte eğitim sorunları öncelikli olarak ele alınırken öğrencilerin salgın sürecinden en az etkilenmesi için tedbirler alınmış, çok sayıda ülke okulları açık tutabilmek için büyük çaba sarf etmiştir.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO verilerine göre 28 Haziran 2021 itibarıyla 210 ülkenin 119’unda okullar tamamen açık, 56’sında kısmen açık, 16’sında ara tatil, 19’unda ise kapalıdır. Başka bir ifade ile 210 ülkenin %57’sinde okullar tamamen açık, %26’sında kısmen açık, %8’inde ara tatil, %9’unda ise kapalıdır. Türkiye ise iş günü itibariyle bakıldığında salgın süresince okulları en uzun süre kapatan ülkeler arasında yer almıştır.

Kovid-19 salgını süresince artan vaka ve ölüm sayılarına bağlı olarak okullar kapatılmış, pek çok ülkede öğrenmenin sürdürülmesi için tedbirler alınmıştır. Okulların kapalı kalma süresi uzadıkça öğrencilerin öğrenme kaybının arttığı bilinmektedir. Öğrenme kaybının miktarı ve uzaktan öğrenme olanaklarındaki eşitsizlikler okulların açılmasının öğrenme açısından ne kadar önemli ve acil bir konu olduğunu göstermektedir. Okulların kapalı kalmasının öğrencilerin sosyal ve duygusal gelişimi üzerindeki olumsuz etkileri artmaktadır.

Türkiye’de uygulanan uzaktan öğretme/öğrenme uygulamaları süresince ekonomik sorunlar ve teknik olanakların yokluğu nedeniyle yaklaşık 6 milyon öğrencinin bu sürece tam olarak katılamadığı bilinmektedir. Alınan tedbirlere rağmen öğrenme kaybının çeşitli açılardan dezavantajlı olan öğrencilerin okulların kapanmasının olumsuz sonuçlarından daha çok etkilendiği, okul terki oranının ciddi anlamda yükseldiği görülmüştür. Ayrıca, okulların uzun süreli kapatılmasının aşılama, beslenme, zihinsel sağlık ve sosyal destek gibi okul temelli hizmetlerin aksamasına, yüz yüze iletişimin olmaması nedeniyle öğrencilerde stres ve kaygının artmasına neden olmuştur.

2021/’22 eğitim öğretim yılı öncesinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) okulları tam zamanlı yüz yüze açma kararı alması, okulların çocuk ve gençlerimiz açısından olmazsa olmaz örgün eğitim ve yaşam alanları olduğu gerçeğinin geç de olsa anlaşılmış olduğunu göstermektedir. Bu kararın alınmasında başta Türk Tabipleri Birliği (TTB) olmak üzere, sendikamızın, eğitim ve bilim emekçilerinin, velilerin, veli derneklerinin ve elbette milyonlarca öğrencilerimizin beklentilerinin ve çağrılarının etkisi olduğu açıktır.

Kovid-19 salgını etkisini sürdürürken okulların açılması, belirsizlikleri de beraberinde getirirken, kuşkusuz faydaları kadar riskleri de olan bir karardır. Bu kararın öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin sağlık ve güvenliğini riske atmadan uygulanabilmesi için ciddi ve kapsayıcı tedbirlerin alınması gerekmektedir. Okulların açılması öncelikle sağlıkla ilgili değerlendirmelere, sonrasında okulların güvenli bir şekilde açılabilmesi için gerekli koşulların sağlanabilmesine bağlıdır.

MEB’in almış olduğu yüz yüze eğitim kararı doğru olmakla birlikte, okulların açılması sürecinde gerekli hazırlıkların yapıldığını söylemek mümkün değildir. Okuldan okula değişen hijyen ve sosyal mesafe koşullarının sağlanması gerekmektedir. Her bir okulun ortak kullanım alanlarının, özellikle sınıfların ve tuvaletlerin temizlik ve hijyen koşulları, okul ve şube bazında öğrenci sayısı, öğrenciler arasındaki fiziksel mesafeyi korumak için yeterli alan olup olmadığı, okul servislerinin durumu, öğretmenlerin aşı durumu vb gibi gelişmeler, eğitim-öğretimin sağlıklı koşullarda gerçekleştirilebilmesi açısından son derece önemlidir. En az bunun kadar önemli olan bir diğer nokta ise okulların açılmasıyla öğrencileri, öğretmenleri, eğitim personellerini, velileri ve toplumu hangi şartlarda bir eğitim öğretim sürecinin beklediğidir. Okulların bütçesi ve fiziki altyapısı, yüz yüze eğitimin sağlıklı yapılabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Okulların öğrenci sayısı, sınıf mevcutları, yerleşim yerinin nüfus yoğunluğu, fiziki altyapının yeterliliği gibi pek çok faktör okulların açılması sonrasındaki sürecin sağlıklı yürütülmesi açısından önemlidir.

Sınıfların geniş olduğu ve sıralar arası mesafelerin ayarlanabildiği okullar ile kalabalık sınıf mevcudu olan ve ödenek (bütçe) sorunu yaşayan okulları aynı değerlendirmek mümkün değildir. Okulların açılması kararının Kovid-19 ile mücadele için alınan sağlık tedbirleri ile uyumlu olması ve öğrencilerin, eğitim emekçilerinin ve ailelerin sağlığını korumak için tüm tedbirlerin alınabilme ve uygulanabilmesi için gerekli hazırlıkları yapılması önceliklidir.


OKULLAR SALGIN KOŞULLARINDA YÜZ YÜZE EĞİTİME NE KADAR HAZIR?

Türkiye’de salgın nedeniyle 1,5 yıldır okullar kapalıdır. Bu süre zarfında sendikamızın tüm çağrılarına rağmen okulların fiziki altyapı sorunları giderilmemiş, derslik sayısı ihtiyaç oranında arttırılmamıştır. Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer ‘Okullarda gerekli önlemleri aldık’ ifadesini kullansa da, Türkiye çapında okulların önemli bir bölümünün salgın koşullarına uygun hale getirilmediği, gerekli altyapı hazırlıklarının yapılmadığı bilinmektedir.

Her eğitim ve bilim emekçisi, eğitimin yüz yüze olması gerektiğini bilmekte, acil uzaktan öğretimle daha fazla eğitim sürdürülemeyeceğini görmektedir. Ancak salgın koşullarında okulları açmak ve yüz yüze eğitimi sağlıklı şekilde yapılmasını sağlamak için gerekli hazırlıkların çok önceden yapılması gerektiği de açıktır.

Büyükşehirler başta olmak üzere, nüfus yoğunluğu fazla olan ilçe ve mahallelerde sınıfların salgın öncesine göre çok daha kalabalık olması beklenmektedir. Derslik sayıları yetersiz olduğu için sınıf mevcutları artmakta, ek derslik ihtiyacı karşılanmadığı için derslik sorunu devam etmektedir. MEB ise okulların yüz yüze eğitime hazır olmasını “maske, mesafe ve hijyen” kurallarına uymayı anlamaktadır. Nitekim Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer yaptığı açıklamada “Servislerdeki ve okullardaki hijyen tedbirleri, maske kullanımı, havalandırma gibi tüm ayrıntıları Sağlık Bakanlığı ile birlikte çalışarak alınması gereken önlemleri tüm valiliklere, tüm illerimize, tüm ilçelerimize bildirdik” ifadesiyle bütün sorumluluğu mülki amirlere ve eğitim yöneticilerine bırakmıştır.

Sınıfların düzenli olarak havalandırılması, okul içinde ortak kullanım alanlarının temizliği, bahçe ve açık alan düzenlemelerinin yapılması, öğrenci giriş çıkışlarının düzenlenmesi ve sınıf mevcutlarının azaltılması konusunda gerekli adımların atılmadığı görülmektedir. Nüfus yoğunluğu fazla olan bazı bölgelerde ilkokul sınıflarının 50’yi aşma riski bulunmaktadır. Bazı okulların kontenjan fazlası olduğu için ikili eğitime geçilmesi planlanırken, derslik sayısının yetersizliği nedeniyle bazı illerde resim ve müzik atölyeleri dersliğe dönüştürülmeye başlanmıştır.

Uzaktan eğitim nedeniyle okuldan kopuşların en fazla yaşandığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da durum çok daha vahim boyutlara ulaşmıştır. Uzaktan eğitimle birlikte bölgede eğitimdeki eşitsizlik daha da artmış, uzaktan öğretime öğrencilerin önemli bölümü ekonomik nedenler, teknik altyapı yetersizliği ve bilgisayar, tablet, telefon gibi malzeme eksikliği nedeniyle erişememiştir. Özellikle okul çağında birden fazla çocuğun bulunduğu ailelerde eğitime erişimde ciddi sorunlar yaşanmıştır. Mevsimlik işçi olarak çalışan çocuklar okullar açılsa bile eğitime ulaşmada sorun yaşayacaktır. Bütün bunların yanı sıra aşılama oranının düşük seyrettiği illerde salgın riski devam etmektedir.

Okullaşma oranının düşük olduğu ve eğitime erişimde sorun yaşanan bölge illerinde, okullarda yüz yüze eğitime dair gerekli tedbirlerin alınmadığı görülmektedir. Bölge illerinde vaka sayıları hızla artarken, kalabalık sınıf sorunu ve fiziki altyapı eksiklikleri varlığını sürdürmektedir. Okullara gerekli ödeneğin gönderilmemesi nedeniyle eğitimin bütün yükü öğrenci velilerinin üzerine yıkılmaya başlanmış, kayıt parası başta olmak üzere, velilerden çeşitli adlar altında para toplanmaya başlanmıştır.

Geçmiş yıllarda olduğu gibi, 2021/’22 eğitim öğretim yılı başında da okullarda temizliği sağlayacak personel eksiği sorunu devam etmektedir. Uzun süredir İŞKUR personeli üzerinden sağlanan personel ihtiyacı sorununun çözülmesi için ayrılması gereken ödenekler ayrılmadığı gibi, gerekli personel görevlendirmelerinin okullar açıldıktan çok sonra yapılması önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir.
Eğitim Sen olarak okulların yüz yüze eğitime hazır hale getirilmesi için atılması gereken somut adımları her fırsatta bakanlıkla ve kamuoyu ile paylaşmayı sürdürüyoruz. Bu noktada okulların yüz yüze eğitime ne kadar hazır olduğuna ilişkin tespitlerimiz şu şekildedir;

ü MEB bugüne kadar seyreltilmiş sınıf uygulamasına ilişkin olarak nasıl bir hazırlık içinde olduğunu, kaç yeni derslik yaptığını açıklamamıştır. Sınıfların havalandırılması için kış aylarını da dikkate alan bir pencere sisteminin tüm sınıflarda hayata geçirilip geçirilmediğine dair bir açıklama da söz konusu değildir. Eğitim bileşenleri yaz aylarında okullarda böyle bir çalışma olmadığını gözlemlemiştir. Bu eksikliklerin hızla giderilmesi gerekmektedir.
ü Okullarımızın büyük bir çoğunluğunu oluşturan kalabalık okullarda, öğrenci ve öğretmen tuvaletlerinde gerekli genişletmenin ve lavabo sayılarının arttırılıp arttırılmadığının bilgisi mevcut değildir. Öğretmen odalarının en azından ikiye çıkarılması yönünde bir hazırlık da yoktur. MEB okullara kaynak göndermeli ve ivedilikle bu düzenlemeler yapılmalıdır.
ü Maske, sabun ve diğer hijyen malzemeleri konusunda okullarımızda ne düzeyde bir hazırlık yapıldığı, bu malzemelerin temininin birçok konuda olduğu gibi yine velilerimizin sırtına mı yükleneceği konusu muğlak durumdadır. MEB bu konuda kamuoyunu bilgilendirmek zorundadır.
ü Okullarımızda sağlıklı bir ortamın düzenli bir şekilde oluşturulması için yardımcı personel olarak çalışan arkadaşlarımızın görevlendirmeleri hala yapılmamıştır. Yıllardır kadrolu yardımcı personel alımı yapılmamakta ve ihtiyaçlar İŞKUR üzerinden geçici görevlendirmelerle geçiştirilmektedir. Birçok okulumuzda velilerimiz ekonomik yük altına girmek zorunda kalmaktadır. Tüm okullarda temizlik görevlisi yardımcı personel hemen göreve başlamalıdır.
ü Seyreltilmiş sınıf uygulaması tam anlamıyla hayata geçirildiğinde öğretmen ihtiyacı ciddi düzeyde artacaktır. Zaman zaman temaslı veya hasta olabilecek öğretmenlerimizi de düşündüğümüzde öğretmen ihtiyacının giderilmesi için, bir an önce ve en az 100 bin öğretmen atamasının yapılması önemlidir. MEB’i ek öğretmen atamaları konusunda bir an önce açıklama yapmaya çağırıyoruz.
ü Taşımalı eğitim sistemine son verilerek köy okullarının açılması gerekmektedir. Salgın sürecinden olumsuz etkilenen öğrenci ve eğitim çalışanlarının psikososyal açıdan desteklenmesine yönelik çalışmalar yapılmalı, MEB bu süreci başta TTB olmak üzere, eğitim örgütleri, sendikalar ve veliler ile sürekli iletişim halinde yürütmelidir.
ü Salgına karşı alınan önlemlerin ve ayrılan kaynağın şeffaf bir şekilde MEB tarafından açıklanması gerekmektedir. Okul terkleri, öğrenme kayıpları, dezavantajlı grupların kayıplarının telafisi için müfredat dâhil olmak üzere salgının eğitime etkileri tüm boyutlarıyla değerlendirilmeli ve bu kayıpların giderilmesi için MEB’in acilen gerekli adımları atması gerekmektedir.
ü Pandemi koşullarında 40 dakikalık ders sürelerinin azaltılması için eğitim emekçilerinin de görüşleri alınarak gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
ü Okul öncesi öğretmenleri günde 6 ders ve 300 dakika blok ders yapmakta ve bu öğretmenlerin teneffüs hakkı bulunmamaktadır. 50 dakika olan ders sürelerinin azaltılması ve okul öncesi eğitim emekçilerinin de görüşleri alınarak teneffüs haklarının düzenlenmesi, pandemi koşulları dikkate alındığında aciliyet kazanmaktadır. MEB’i bu konuda bir an önce somut adımlar atmaya çağırıyoruz.
ü İmam hatip okullarının çoğunda kontenjanlar boştur. Öğrenci sayısı az olan imam hatip okulları kalabalık sınıf mevcutlarının seyreltilmesi için yeniden düzenlenmeli, ihtiyaç fazlası imam hatipler akademik okullara dönüştürülmelidir.

 

Yüz yüze eğitimin sağlıklı ve aksamadan yapılması için öğretmenlerin de aşılanmasının zorunlu olduğu açıktır. Her ne kadar öğretmenler arasında aşılanma oranı Türkiye ortalamasının üzerinde seyrediyor olsa da, okullarda yüz yüze eğitimin sağlıklı yürütülebilmesi için yeterli değildir.

Sendikamız, salgın sürecinin başından itibaren bilim insanlarının ve Türk Tabipleri Birliği’nin salgın yönetimine ve alınması gereken tedbirlere ilişkin raporlarını, çözüm önerilerini ve uyarılarını kendisine referans almıştır. Ancak siyasi iktidarın ve özellikle de Sağlık Bakanlığı’nın bilimsel verilere dayanmayan, birbiriyle çelişen açıklamaları ve uygulamaları ile salgın yönetiminin şeffaf yürütülmemesi gibi sorunlar çok sayıda eğitim emekçisinin aşı ve yan etkilerine dair çeşitli kaygılar taşımasına neden olmuştur.

Salgın gibi toplum sağlığını tehdit eden bir konuda her bireyin sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını, çalışma hakkını ve eğitim hakkını savunması gerektiği açıktır. Sağlıklı ve güvenli bir şekilde tam zamanlı yüz yüze eğitim için tüm eğitim bileşenlerinin aşı olması, her şeyden önce toplumsal bir sorumluluktur. Bu konuda tepeden inme kararlar yerine kaygıları giderecek, bilimi rehber edinen ve konunun özneleriyle birlikte politika oluşturulması gerekmektedir. Özellikle aşı olmaktan kaçınan eğitim emekçilerinin haftada iki gün virüsün yoğun olarak yer aldığı hastanelere gitmek zorunda bırakılmamaları, salgın sürecinden ders çıkarılarak iş yeri hekimliği uygulamasına gidilmesi, bu sağlanana kadar bölge bölge oluşturulacak gezici sağlık ekipleriyle testlerin iş yerlerimizde yapılması önemlidir.

Okullarımızı amasız, fakatsız açabilmek ve açık tutabilmek ivedi bir ihtiyaçtır. Okullarımızın kapalı kalmasının yarattığı toplumsal zararları düşünüldüğünde MEB’in ve iktidarın duyarsızlığı kabul edilemez. MEB’in “Covid-19 Salgınında Okullarda Alınması Gereken Önlemler” broşürü ile sorumlulukların büyük bölümünü okul yöneticilerinin üzerine bırakması doğru bir yaklaşım değildir. Bu konuda bütün sorumluluk MEB’in ve iktidarın omuzlarındadır.

EĞİTİM HARCAMALARI ARTIYOR, EĞİTİMİN YÜKÜ VELİLERİN ÜZERİNE YIKILIYOR

Eğitime ilk kez adım atacak olan pek çok öğrenci hangi şartlarda eğitime başlayacağının farkında olmasa da, salgın nedeniyle uzun süre kapalı kalan okulların açılmasına ve yüz yüze eğitime başlanmayla öğrenci velilerini sıkıntılı bir telaş sarmıştır. Her geçen yıl istikrarlı bir şekilde artan eğitim harcamaları, ekonomik kriz ve salgın sürecinde daha da bozulan gelir dağılımıyla birlikte öğrenci velilerinin bütçesini ciddi anlamda zorlar hale gelmiştir.

MEB, salgın süresince okullara ek bütçe ayırmazken okulların ihtiyaçları yine velilerin omzuna yıkmayı tercih etmiştir. MEB’in her yıl ‘Kayıtta para alınmıyor’ diye inkâr ettiği kayıt parası ve bağış sorunu bu dönem çok daha belirgin hale gelmiştir. Okullarda kayıt için “zorunlu gönüllü bağış” talebinin yanı sıra velilerden istenenler şaşırtıcı boyutlara ulaşmıştır. Veliler, kayıt sırasında paranın yanı sıra sıvı sabundan, deterjana, posta pulundan A-4 kâğıdına kadar okul ihtiyaçlarının kendilerinden ‘bağış’ adı altında istendiğini belirtmektedir. Eğitimde yaşanan ticarileştirme adımlarının bir sonucu olarak karşımıza çıkan bu durum salgın koşullarında ekonomik olarak büyük bir yıkım yaşayan öğrenci velilerini çok zorlamaya başlamıştır.

Eğitim masrafları öğrenci velileri açısından geçen yıla göre en az yüzde 30, salgın öncesine göre ise en az yüzde 50 oranında artmış durumdadır. Özellikle servis ücretleri, kırtasiye malzemeleri, çanta ve okul kıyafetlerinde daha önce hiç olmadığı kadar hızlı bir fiyat artışı söz konusudur.

Öğrenci velilerinin ekonomik olarak içine itildiği ağır koşulların eğitim harcamaları üzerindeki etkisini TÜİK verileri de doğrulamaktadır. TÜİK’in salgın öncesini kapsayan eğitim harcamaları araştırması eğitim harcamalarının artış hızı hakkında yeterince ipucu vermektedir. TÜİK’in verileri salgın öncesini ifade etse de, salgın ilke birlikte eğitim harcamalarında yaşanan artışın boyutlarını tahmin etmek hiç zor değildir.

Türkiye'de eğitim harcamaları 2019 yılında 259 milyar 220 milyon TL olmuştur. 2019 yılında yapılan eğitim harcamalarının %74,0'ı devlet tarafından finanse edilmiştir. Eğitim harcamaları içinde hane halkının yaptığı harcamaların payı ise %20,8’dir. Salgın süreciyle birlikte hane halkının üzerindeki ekonomik yükün daha da artmasını tahmin etmek zor değildir.


Eğitim Harcamaları Temel Göstergeleri, 2011-2019

2020-2021 eğitim öğretim yılının büyük bölümünde uzaktan eğitim yapıldığından eğitim harcamalarının ne kadar arttığı belli değildir. Ancak salgın öncesi ile kıyaslandığında eğitim masraflarında daha önce hiç olmadığı kadar yüksek oranlı artışlar yaşandığı gözlenmektedir.

OECD ülkeleri ortalamasında ilköğretim ve ortaöğretim kademelerinde kamu kaynaklarından yapılan harcamalar eğitim harcamalarının yüzde 90’ını, hane halkı ve özel kaynaklardan yapılan harcamalar ise yüzde 9’unu oluşturmaktadır. Türkiye’de ise eğitimde yaşanan ticarileşmenin sonucu olarak kamusal eğitim harcamalarının oranı yüzde 74, hane halkı ve özel kaynaklardan yapılan eğitim harcamalarının oranı yüzde 26’dır.

4+4+4 düzenlemesi öncesinde 2011 yılında kamusal eğitim harcamalarının payının yüzde 75 olduğu dikkate alındığında, 4+4+4 sonrasında kamusal eğitimi tasfiye hedefinin adım adım hayata geçirildiği görülmektedir. 2011 yılında hane halkının yaptığı eğitim harcamaları toplamı 13 milyar 782 milyon TL iken, 2019 sonu itibariyle bu rakam yaklaşık dört kat artarak 53 milyar 833 milyon TL’ye yükselmiştir. TÜİK, 2020 verilerini Aralık 2021’de açıklayacaktır. Ancak gerek ağır ekonomik kriz koşulları, gerekse yüksek oranlı enflasyon nedeniyle eğitim harcamalarının 2021/’22 eğitim öğretim yılında büyük bir sıçrama yaşamasını tahmin etmek zor değildir.


OECD ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’DE ÖĞRENCİ BAŞINA YAPILAN HARCAMA

 

 

OECD (ABD Doları)

Türkiye (ABD Doları)[1]

GENEL

10.368

2.071

OKUL ÖNCESİ

8.377

1.740

İLKOKUL

8.470

1.569

ORTAOKUL

9.884

1.606

ORTAÖĞRETİM

10.368

2.258

ÜNİVERSİTE

15.556

3.314

 

[1] TÜİK 2019 Eğitim Harcamaları Araştırması verileri.    


Bir Bakışta Eğitim 2019 Raporu’nda yer alan ve kademelere göre OECD ülkeleri ortalaması okul öncesi eğitimde 8 bin 377; ilkokulda 8 bin 470; ortaokulda 9 bin 884; ortaöğretimde 10 bin 368 ve üniversitede 15 bin 556 ABD dolarıdır. Türkiye’de aynı harcamaları TÜİK’in 2019 eğitim harcamaları istatistikleriyle karşılaştırmalı olarak ele aldığımızda okul öncesi eğitimde bin 740; ilkokulda bin 569; ortaokulda bin 606; ortaöğretimde 2 bin 258 ve üniversitede 3 bin 314 ABD dolarıdır. Türkiye ile diğer OECD ülkeleri arasında kademeler düzeyinde yapılan eğitim harcamaları arasındaki farklılıklar her geçen yıl artmaktadır.

Devletin eğitim harcamalarına yaptığı katkı yıllar içinde istikrarlı bir şekilde azalırken, hane halkının cebinden yaptığı eğitim harcamalarının payı istikrarlı artmaya devam etmektedir. Türkiye’nin ‘eğitime en çok payı ayırıyoruz’ söyleminin gerçeği yansıtmadığını görmek için hane halkının cebinden yaptığı eğitim harcamalarının artış seyrine bakmak yeterlidir.

Kamu kaynaklarının devlet okulları için kullanılması yerine özel okullara teşvik adı altında aktarılması, eğitimde yaşanan eşitsizlikleri ve okullar arasındaki nitelik farklarını daha da derinleştiren bir işlev görmektedir. Bu durum okulları sadece devlet okulu-özel okul şeklinde ayrıştırmakla kalmamış, aynı zamanda zenginle yoksula ayrı ayrı ‘devlet okulu’, hatta aynı devlet okulu içinde gelir durumuna ya da başarı düzeyine göre farklı sınıflar oluşturulmasının önünü açmıştır.

TÜİK’in eğitim harcamaları araştırmasının da açıkça gösterdiği gibi, Türkiye’de kamusal eğitim adım adım tasfiye edilmekte, eğitime ayrılan kamu kaynakları oransal olarak her geçen yıl azalırken, hane halkının cebinden yaptığı eğitim harcamaları kademeli olarak artmaktadır. Eğitim-öğretimin hukuken parasız olduğu ilkokulda velilerin ceplerinden yapmak zorunda kaldıkları eğitim harcamaları her geçen yıl artmış, veliler çocuklarını kimi zaman borçlanarak, kimi zaman bankalardan “eğitim kredisi” çekerek, kimi zaman da gıda harcamalarından kısarak okutmak zorunda bırakılmıştır.

Geçtiğimiz 19 yıl içinde Türkiye’de eğitimin ticarileşmesi ve özelleştirilmesi yolunda büyük yol alınmış, bu nedenle öğrenci velileri çocuklarını okutmak için her geçen yıl daha fazla oranda cepten ödeme yapmak zorunda bırakılmıştır.


Eğitim Harcamalarının Velilerin Sırtına Yıkılmasına Son Verilmelidir

Eğitim sistemi, her geçen yıl daha fazla paralı hale getirilirken milyonlarca öğrenci velisi çocuklarını okutabilmek için bütçelerine göre çok yüksek rakamlarla harcama yapmak zorunda bırakılmaktadır. Halkın ödediği vergileri, halkın ihtiyaçları için harcamaktan kaçınanlar, herkesin eşit ve parasız olarak yararlanması gereken eğitim hakkını para ile satmaya çalışanlar bu durumun öncelikli sorumlusudur.

Benimsediği politikalarla eğitimi tamamen paralı hale getirmek isteyenler, eğitim harcamalarını öğrenci velilerinin üzerine yıkarak böylesine olumsuz bir tablonun oluşmasına neden olanlardır. Her yıl eğitimde ve diğer kamu hizmetleri alanında çeşitli adlar altında yapılan “büyük soyguna” artık son verilmeli, herkes için gerçek anlamda eşit ve parasız eğitim hakkı hayata geçirilmelidir.

Kamusal eğitim, siyasal iktidarın ve bir bütün olarak devlet aygıtının hem sınıfsal hem de demokratik talepleri karşılaması için zorlandığı, eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ülkede herkesin eşit koşullarda yararlanabileceği bir eğitim hakkından bahsedebilmek için eğitimin fiziksel ve ekonomik yönden de erişilebilir olması gerekir. Eğitime erişim hakkını düzenleyen her türlü ulusal/uluslararası yasa/sözleşme, devletlere bu hakkın ayrım yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir.

Kamu okullarına, yurtlarına ayrılmayan eğitim bütçe kaynaklarının eğitim yatırımları yerine özel okullara çeşitli adlar altında transfer edilmesi ülkenin tüm yurttaşlarının vergilerinin, emeğinin kamu yararına aykırı bir şeklide kullanılması anlamına gelmektedir. Ayrıca devletin asli sorumluluğu olan kamusal eğitim hakkının en temel ilkelerinden birisi eğitimin herkes için eşit koşullarda ulaşılabilir olmasının sağlanmasıdır.

Herkese eşit ve parasız eğitim hakkı hayata geçirilmeden, bunun için ülke çapında kamusal eğitim uygulamaları için somut adımlar atmadan hane halkının cebinden yaptığı eğitim harcamalarındaki artışı durdurabilmek mümkün değildir.

MEB BÜTÇESİ VE EĞİTİM YATIRIMLARININ DURUMU

MEB bütçeleri, her yıl eğitim sisteminin, öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin ciddi sorunlar yaşadığı en temel ihtiyaçların görmezden gelindiği, sadece zorunlu harcamalar dikkate alınarak hazırlanmaktadır. Yıllardır eğitime ayrılan kaynaklar sadece rakamsal olarak artmakta, doğrudan eğitim hizmetlerine yönelik yatırımlar açısından bütçelerde gerçek anlamda bir artışın yapılmadığı görülmektedir. Özellikle pandemi döneminde yaşanan teknik ve altyapı sorunları nedeniyle eğitime ek bütçe taleplerimiz kabul görmemiştir.

 

19 yıl içinde MEB bütçesinin milli gelire oranı çok az artmış olmasına rağmen, belirlenen rakamlar ihtiyacın çok altında kalmış ve eğitim harcamalarının esas yükü, eğitimi adım adım ticarileştirme ve kamu kaynaklarının özel okullara aktarılmasının da etkisiyle büyük ölçüde velilerin sırtına yıkılmıştır.
2002-2021 yılları itibarıyla MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan payın gelişim seyri, her fırsatta “Bütçeden en çok payı eğitime ayırdık” diyenlerin halkı nasıl kandırdıklarının, eğitime ayrılan bütçenin ne kadarının yatırıma ayrıldığını gizlemeye çalışarak gerçekleri nasıl çarpıttıklarını açıkça göstermektedir.

 

MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay 2002 yılında yüzde 17,18 iken, eğitim hizmetlerinin sunumu açısından çok önemli olan bu rakam 2009’da yüzde 4,57’ye kadar gerilemiştir. MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay geçen yıla (yüzde 4,65) göre artmış (yüzde 7,69) gibi görünse de, 19 yıl önceki oranının çok gerisindedir. Bugüne kadar hazırlanan MEB bütçelerinin bizlere gösterdiği en açık gerçek, eğitimde yaşanan yoğun ticarileşme sürecinin, artarak devam edeceği, velilerin cebinden yapacağı eğitim harcamalarının belirgin bir şekilde artacağıdır.
MEB, geçtiğimiz temmuz ayında yayınladığı ‘2021 Yılı Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu’nda “Kovid-19 salgını nedeniyle 2021 yılı ilk dönem yatırım harcamaları beklenen oranda gerçekleştirilememesine bağlı olarak sermaye giderleri harcama kalemi en düşük gerçekleşme oranın görüldüğü harcama kalemi olmuştur.” tespiti yapılmıştır. Tek başına bu ifade bile MEB’in salgın koşullarında eğitim yatırımlarına kaynak ayırmaktan imtina ettiğini göstermektedir.
Piyasacı eğitim sistemi, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, öğrenci ve velilerin ‘müşteri’ haline getirilmesini hedeflemekte, toplumdaki sınıf farklılıklarını daha da belirgin hale getirmektedir. Aynı okul içinde sınıflar, aynı bölgede okullar, farklı bölgeler, birbirleriyle rekabet içine sokularak eğitim hizmetleri piyasa kurallarına göre düzenlenmektedir. Yapılması gereken, kamusal kaynakların yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, toplumsal yarar ilkesi gözetilerek planlanması ve değerlendirilmesidir.

EĞİTİMDE GÜVENCESİZ İSTİHDAM VE ESNEK ÇALIŞMA UYGULAMALARI

Türkiye’de salgın süresince uygulanan ‘uzaktan öğretim’ süreci, eğitimde esnek ve güvencesiz çalışma uygulamalarının yaygınlaştırılması için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Yasalarla tanımlanmış sekiz saatlik çalışma süresi öğrencileri ve velileri desteklemek üzere daha uzun saatlere, akşam saatlerine ve hafta sonlarına kadar uzamıştır. Okul çağında çocukları olan eğitim ve bilim emekçileri evde sessiz bir yer bulmak için büyük özverilerde bulunarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Bu çabalara karşın, özellikle kadın emekçilerin yoğun ev içi emeği, eğitim alanının genel görünmezliği durumunun uzantısı olarak daha da görünmez kılınmıştır.
15 Temmuz sonrasında tüm kamuda olduğu gibi eğitim alanında da sözlü sınav/mülakat üzerinden kullanılarak sözleşmeli öğretmen atamaları yapılmaya başlanmıştır. Öğretmen atamalarında mülakat ve sözleşmeli istihdam uygulamasında ısrar, liyakatin adım adım terk edilmesini beraberinde getirmiştir. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte eğitimde güvencesiz istihdama kapı aralanması sağlanmıştır. Sayıları 120 bini aşan sözleşmeli öğretmenlerin mazerete dayalı tayin hakkı sorunu sürerken, 3 yıl +1 yıl sözleşmeli istihdam düzenlemesi var olan sorunları daha da derinleştirmiştir.
Ülke çapında görev yapan ve tamamı yakını asgari ücretin altında ücret alan ve sigortaları 13-15 gün üzerinden yatan ücretli öğretmen sayısı ise 90 bine yakındır. Yıllardır fiilen uygulanan ücretli öğretmenlik gerçekliği önümüzdeki temel sorunlardan birisi olması nedeniyle eşit işe eşit ücret hakkının ve tüm özlük mesleki hakların bütün öğretmenler için uygulanması gerekmektedir.

Öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ya da ücretli öğretmen ayrımı yapılması doğru değildir. Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin mevcut çalışma koşulları ile öğrencilere ve genel olarak eğitime yeterince faydasının olması mümkün değildir. Eğitimin niteliği düşünülüyorsa sözleşmeli, ücretli ya da başka bir ad altında yapılan öğretmenlik uygulamalarının tamamına son verilmelidir.

Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülerek herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.

SONUÇ

MEB’in bugüne kadar eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek için gerekli adımları atmaktan geri durduğunu söylemek mümkündür.
Salgın nedeniyle uygulanan uzaktan öğretim ile ilgili sorunların çözümü için gerekli adımların atılmaması ve eğitim alanında yaşanan yapısal sorunlara kalıcı çözümler üretilmemesi nedeniyle bu yıl da okulların büyük bir belirsizlikle açılmaktadır. Eğitime erişimde yaşanan sorunlar başta olmak üzere eğitimde dayatmacı politikaların sürmesi nedeniyle öğrencilerin ve öğretmenlerin mutsuz olduğu, eğitim sürecinde farklı dil, kimlik ve inançların dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği, öğretmenlerin esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı bir eğitim sisteminin başarılı olması mümkün değildir.
Kamusal eğitim, devletin ekonomik ve demokratik talepleri karşılaması için zorlandığı, eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ülkede herkesin eşit koşullarda yararlanabileceği bir eğitim hakkından bahsedebilmek için eğitimin fiziksel ve ekonomik yönden de erişilebilir olması gerekir. Eğitime erişim hakkını düzenleyen her türlü ulusal/uluslararası yasa/sözleşme, devletlere bu hakkın ayrım yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir.
Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okul öncesinden üniversiteye kadar bilimin ve laikliğin değil, milliyetçiliğin, ayrımcılıkların ve inanç istismarının referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçileri olarak kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir.


Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :


Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)