Son 20 yılda üniversite sayımız 80'lerden 200'ün üstüne, üniversite öğrenci sayımız da 1.5 milyondan 8 milyona yükselmiş. Öğretim Görevlisi sayısı da 70 binlerden 180 binin üzerine çıkmış. Peki bu sayılar bize ne ifade ediyor?
Daha çok gencimizin üniversite eğitimi alması elbette olumlu bir durum ancak bu kadar kısa sürede hem okul hem akademisyen hem de öğrenci sayısının 3-4 kat artmış olması kaliteyi de arttırdı mi? Bu ne yazık ki bilimsel olarak mümkün değil Bu kadar kısa sürede üniversitede ders verebilecek seviyede insan yetiştirilmesi zaten pratik olarak olanaklı gözükmüyor. Gördüğümüz lise eğitiminden sonra muhtemelen işsizler ordusun katılacak olan bir çok gencin istatistiklerde yer almasının ertelenmesi olmuş. Bu şekilde kontrolsüz bir büyüme de meslek eğitimine yönelebilecek olan bir çok insanın yüksek öğretime gitmesine neden oldu.
Su anda belli başlı üniversitelerimiz hariç içeriği dolu, nitelikli bir eğitim verildiğini söylemek mümkün değil. Gençlerimize bilgi ve deneyim aktaracak, onları meslek sahibi yapacak kişilerin önemli bir bölümü bu donanıma sahip değil. Yani kendisi alanına tam hakim değilken bir de bunu akademi seviyesinde aktarmaya çalışıyor.
Kağıt üzerinde Avrupa'nin hatta dünyanın en yüksek sayıda üniversite öğrencisine sahibiz fakat ne kendi alanlarında ne yabancı dil ne de sosyal becerilerde çok iyi durumda olduklarını söyleyemeyiz. Üniversite sayımızı çoğaltalım, öğrenci sayımız rekor kırsın kalite, içeriğe sonra bakarız fikrinin sonuçlarıdır bunlar. Bu şekilde düzeltilmesi neredeyse olanaksız hale gelen bir döngüye girdi üniversitelerimiz.
Hangi bölüm olursa olsun mezun olan yetersiz, ister iş hayatına atılsın ya da akademik kariyer yapsın bilgisi eksik. Bu şekilde ders vermeye ya da çalışmaya başladığında o da kendi altından gelenleri yeterince eğitemiyor ve mesleği olan alanda dahi iş yapamayan on binlerle doluyor her yer.
Aslında bu durum sadece ülkemize özgü değil. Dünya genelinde de akademide bir nitelik kaybı yaşanıyor ancak çoğu olumsuz olayda olduğu gibi bu alanda da liderliği başkalarına bırakmıyoruz. Tüm bunların üstüne aradan sıyrılıp gerçekten başarılı, bilgili olan gençlerimizi de gerek ekonomik gerekse politik nedenlerden yurt dışına kaptırıyoruz. Elbette herkes değil ancak önemli sayıda yetişmiş insanımızı ülkede tutmakta zorlanıyoruz.
Gidenleri suçlamak en kolayı, yapılması gereken bunu bir beka sorunu gibi ele alıp buna karşı önlemler geliştirmektir. Üniversite sayısı ile de ilgili bu konuda artık büyüme değil içerik ve nitelik önemsenmeli, bu yolda adımlar atılmalıdır. Mezun olacak öğrencilerin iş hayatları öncelikli olarak planlanmalı ve sistem buna göre uyarlanmalıdır. Örnek verecek olursak yüz binlerce mezunu olan ve iş bulmakta zorlanan bölümlerde kontenjanlar azaltılmalı, yapay zeka, teknoloji, girişimcilik ve bunun gibi ileride değerli olacak alanlara yatırım yapılmalıdır.
Bunları yapmak zor mu? Hem zor hem de değil. Kısır döngüden, anlamsız tartışmalardan kendinizi sıyırıp odağınıza ülkenizi, gençleri koyarsanız kolay ancak odağınızda on yargılar, bir şeylerin ayarlarıyla olursa işte o zaman çok zor.
Halbuki dişimizi sıkıp 1-2 nesil sabredebilsek hayalini kurduğumuz lider ülke olma hayalinin çok çabuk gerçekleştiğini göreceğiz. Herhangi bir görüş ayırt etmeksizin her olayı kendine yontan, çıkar sağlamaya çalışanlardan yorulduk. Eğitim ve çocuklarımız, gençlerimiz deneme tahtası değildir. Yapılan yanlışlar hem o gençlerin hayatını hem de ülkemizi sıkıntıya sokuyor. Örneğin yanlış meslek seçmiş ya da yetersiz bir eğitimle mezun olmuş gençlerimiz ömür boyu bu yükü taşımak zorunda kalıyor.
Son yıllarda özellikle 'Kalite' konusunda yapılan çalışmaların artmasını diliyorum. Bu şekilde devam edersek 'Yüksek Lise' olmanın ötesinde geçemeyen bir akademiyle yaşamak zorunda kalacağız. Herkese güzel bir hafta sonu dilerim.