adscode
adscode

Köy Enstitüleri???

Köy enstitüleri önce açılıp, sonra da kapatılan bir okul ismi olmaktan daha çok, eğitim ve öğretime farklı bir bakış açısıydı!

aguclu@milliyet.com.tr




Kuruluşunun üzerinden 84 yıl geçmesine rağmen hala konuşulmaya, tartışılmaya ve hasretle anılmaya devam eden bir eğitim sistemi kapatılmayı hak etmemiştir. Hele ki bu köy enstitüleri ise!..

Köy enstitüleri önce açılıp, sonra da kapatılan bir okul ismi olmaktan daha çok, eğitim ve öğretime farklı bir bakış açısıydı!

Soran, sorgulayan, üreten, sorun çözen, halkıyla bütünleşen, çevresel koşulları dikkate alan, ilgi ve yetenekleri öne çıkartan, entelektüel ve demokrat bireyler yetiştiren, öğrenmeyi öğrenen ve öğreten, en önemlisi de ülkemin her yeri benim memletim diyen, Cumhuriyeti ve değerlerini iliklerine kadar hisseden ve hissettiren yurttaşlar yetiren bir sistemin adıydı.

Kapatılmaları bir hataydı!
Hatalar ve sapmalar varsa düzeltilebilirdi.

Dünya eğitim literatürüne giren önemli bir uygulamaydı, yazık oldu.

Zaman içerisinde göz ardı edilen, yok edilen buydu. Kabahatli arıyorsak, kabahatli o, bu, şu değil hepimiziz.

Çocuklarımızı sınav odaklı eğitimin köleleri haline haline hep birlikte getirmedik mi?..

Polemiklerin ötesine geçip eğitimi keşke biraz daha ciddiye alabilseydik...

İşte o zaman kazananların ilk sırasında ülkemiz, milletimiz ve özellikle de geleceğimizin güvencesi çocuklarımız yer alacaktı...

Siyaseti, ekonomiyi, tarımı, devlet küresel ısınmayı, dış politikayı, kentsel dönüşümü, istihdamı, yargıyı, medyayı, terörü, gümbür gümbür gelen kuraklık, kıtlık ve su sorunlarını onlar konuşuyor, tartıyor, çözü üretiyor olacaklardı.
Köyler yok olmayacak, gençlerimiz masa başına çakılmayacak, işsizlik diye bir kavramla hiç tanışmayacaktık.

İyi hukukçu yetiştirmeden yargıyı,
iyi mühendisler yetiştirmeden depremi,
iyi ziraatçiler yetiştirmeden tarımı,
iyi gazeteciler yetiştirmeden medyayı,
iyi ekonomikler yetiştirmeden enflasyonu, iyi yurttaş yetiştirmeden demokrasiyi, iyi politikacılar yetiştirmeden kalkınmayı çağdaş normlara getiremezsiniz.
Her şeyin başı eğitim denilmesi bu yüzdendir. Ve işte köy enstitüleri bunu yapıyordu!..

Destansı Bir Proje


Köy enstitüleri üzerine çok şeyler söylendi, çok şeyler yazıldı.
Övgüler de, eleştiriler de hepsi değerliydi.
Yeter ki ders almasını bilelim...

İşte size bir solukta okuyacağınız çok önemli ve bir o kadar da değerli bir paylaşım:

Mustafa Altınışık: [Sevgili Dostlar, Bugün, Türkiye’mde eğitime bir dönem damgasını vuran aydınlanma kıvılcımı “Köy Enstitüleri”nin kuruluşunun 84’üncü yıl dönümünü kutluyoruz. Türkiye’miz ve Cumhuriyetimiz nasıl bir üst insan Mustafa Kemal Paşa’nın eseriyse, “Köy Enstitüleri” de bir mucize insan İsmail Hakkı Tonguç’un eseridir.
Dolayısıyla, Türkiye’miz ve Cumhuriyetimizi nasıl bir üst insan Mustafa Kemal Paşa ile birlikte anmak gerekiyorsa “Köy Enstitüleri”ni de bir mucize insan İsmail Hakkı Tonguç ile birlikte anmalıyız.
İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüsü Sisteminin hem kuramcısı hem kurucusudur. Bu nedenle bugünkü “FİZİKSEL, SOSYAL VE RUHEN TAM BİR İYİLİK DURUMUNDA SÜREKLİ AYDINLIKLARA, SEVGİLERLE...” dileklerimle mesaiye (!) başlayışım şöyle:
<<EĞİTİM TARİHİMİZDE BİR MUCİZE İNSAN İSMAİL HAKKI TONGUÇ VE MUCİZE ESERİ KÖY ENSTİTÜLERİ İSMAİL HAKKI TONGUÇ (1893 - 24 HAZİRAN 1960), bugünkü Bulgaristan'ın Silistre iline bağlı Totrakan ilçesinin bugünkü adı Sokol olan Tatar Atmaca köyünde 1893 yılında dünyaya geldi.
Baba adı Hacı Veli Oğlu İdris, anne adı ise Vesile'dir. Kendinden küçük bir kız, altı erkek kardeşi vardır.
Kendi köyünde dört yıllık ilkokulu ve üç yıllık rüştiyeyi bitirmiştir. Oradaki öğrenimi sırasında aynı zamanda köyün değişik işlerinde çalışmış ve tarımla uğraşmıştır. 1914 yılında öğrenimine devam etmek üzere tek başına İstanbul'a gitmiş, Eğitim Bakanı Şükrü Bey tarafından parasız yatılı öğrenci olarak Kastamonu Muallim
Mektebi'ne gönderilmiştir. 1916'da naklen İstanbul Muallim Mektebi'ne gelerek öğrenciliğine orada devam etmiştir. Muallim Mektebi’ni bitirdikten sonra 1918'de Almanya'ya daha üst öğrenim için gönderilmiştir. 1918-1919 yıllarında Almanya'nın Karlsruhe kentindeki Ettlingen Öğretmen Okulu'nda sekiz aylık bir programa devam etmiştir. 1919'da Anadolu'ya dönerek, Eskişehir Muallim Mektebi'nde Resim ve Elişi ile Beden Eğitimi öğretmeni olarak göreve başlamıştır.
1921'de Yunan işgalinden hemen önce Ankara'ya atanmış, 1922'de yeniden öğrenim görmek üzere Almanya'ya gönderilmiştir.
1922 sonundan başlayarak 1924 Nisan'ına kadar Konya Muallim Mektebi'nde, aynı yılın güzüne kadar ise Ankara Muallim Mektebi'nde öğretmenlik ve yöneticilik yapmıştır. Daha sonra kısa bir süre Adana Muallim Mektebi'nde öğretmenlik yaptıktan sonra, 1925'te beş

aylığına mesleki eğitim kurumlarında incelemeler yapmak üzere yeniden Almanya'ya gitmiştir.
1925'te Ankara Muallim Mektebi'nde öğretmenlik yapmış, 11 Mart 1926'da Maarif Vekaleti Levazım ve Alatı Dersiye Müzesi Müdürlüğü'ne atanarak artık merkezdeki yöneticilerden biri olmuştur.
10 Temmuz 1926 ile 26 Ağustos 1926 tarihleri arasında, ilköğretim müfettişleri ve ilkokul öğretmenleri için Ankara'da açılan "İş İlkesine Dayalı Öğretim Kursu"nda, yabancı öğretim üyeleri ile birlikte çalışarak, daha sonra Köy Enstitülerinin temel ilkesi, sloganı durumuna gelecek "İŞ İÇİN, İŞ İÇİNDE, İŞLE EĞİTİM" anlayışını geliştirmiştir.
26 Ocak 1927'de ilkokul öğretmeni Nafıa Kamil ile evlenmiştir. Aynı yıl, Sivas'ta ve Ankara'da ilköğretim müfettişleri için açılan kurslarda öğretmenlik yapmış ve Ankara'da uluslararası ders araç-gereçleri sergisini açmıştır.
1928'de ilk çocuğu olan Engin Tonguç dünyaya gelmiştir. 1929-1933 yıllarında, diğer görevlerinin yanı sıra, Gazi Eğitim Enstitüsü'nde de etkin görevlerde bulunmuş, orada hem öğretmenlik yapmış, hem de Resim-İş Bölümü'nü kurmuştur. 1934'te Soyadı Kanunu'yla Tonguç soyadını almıştır. 1934-1935 yıllarında Gazi Eğitim Enstitüsü'nde vekil olarak müdürlük yapmıştır.
3 Ağustos 1935'te Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan tarafından İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine vekâleten getirildi.
1936'da ikinci çocuğu Yalım Tonguç dünyaya geldi. 1938'de ilköğretim kurumlarını incelemek üzere Bulgaristan, Macaristan ve Almanya'da bulundu. 28 Aralık 1938'de Hasan-Âli Yücel Milli Eğitim Bakanı olduktan sonra, vekâleten yürüttüğü İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine asaleten atandı.
17 Nisan 1940'ta Köy Enstitüleri Kanunu çıktıktan sonra açılmaya başlayan Köy Enstitüleriyle çok yakından ilgilendi. 1946'da görevden alınışına kadar, enstitüler için canla başla çalıştı. İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü çalışmalarından dolayı kendisini takdir etmiştir. Ancak, çok desteklediği Köy Enstitüleri sevdasından seçimleri kaybetmemek için vazgeçen İnönü, onu, 25 Eylül 1946'da görevinden alarak Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirdi. Daha sonra Türkiye'nin değişik yerlerinde sürgün olarak öğretmenlik yapan İsmail Hakkı Tonguç, 1954'te kendi isteğiyle emekli oldu.
1956'da Avrupa'yı gezdi ve İsviçre'deki Pestalozzi Çocuklar Köyü'nü inceledi.
1958'de hastalandı.
11 Haziran 1960'ta çoktan kapatılan Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ne yıllar sonra ilk kez gitti.
23 Haziran 1960'ta yaşama gözlerini yumdu.
Ölümünden sonra, adına kitaplar yazıldı; adını taşıyan okullar açıldı...
İSMAİL HAKKI TONGUÇ’UN İLKELERİ, HEDEFLERİ Tonguç, sağlam bir kişilik yapısı ve yetenekleri yanında, II. Meşrutiyetin özgürlükçü ve renkli düşün ortamında yetişmiş, çok iyi Almanca öğrenmiş, devrimci düşün ve eylemlerin harman olduğu bir dönemde Almanya’da bulunmuştur. Daha da önemlisi, düşüncelerini büyük bir azimle deneme ve uygulamaya çalışmıştır.

TONGUÇ’A GÖRE, İNSANI EĞİTMEK İÇİN ÖNCE ONU TANIMAK GEREKİR. Köy insanını tanımak ise çok zordur, onun yaşamı adeta bir “sır” gibidir. KÖYLÜYÜ ANLAYABİLMEK İÇİN ONUNLA KUCAK KUCAĞA, NEFES NEFESE GELMEK LAZIMDIR. Onun içtiği suyu içmek, yediği bulguru yemek, yaktığı tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapabilmek gerekir. BİZİM KÖYÜN NE OLDUĞUNU EVVELA BÜYÜK ÂLİMLER VE ARTİSTLER DEĞİL; KAHRAMANLAR ANLAYACAKLAR, SONRA ÂLİMLERE VE SANATKÂRLARA ANLATACAKLARDIR. Bataklığı kurutmak, sıtmalıya kinin rejimi yaptırmak, trahomlunun gözüne ilaç damlatmak, okul binasını yapmak, yaralının yarasını sarmak, gebeye çocuğunu doğurtmak, pulluğun nasıl kullanılacağını veya tamir edileceğini öğretmek, yıkık köprüyü yapmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak, fidan dikerek onu büyütmek ve STEP KÖYLÜSÜNÜN “DAL” DİYE ADLANDIRDIĞI AĞACI HAKİKATEN AĞAÇ HÂLİNE GETİRMEK; KAHRAMAN TEKNİSYENLER ORDUSUNUN İŞİDİR. Bu kahramanlar köyü dile getireceklerdir. Köylü bu kahramanları içinden çıkarmaya mahkûmdur.
TONGUÇ’A GÖRE; KÖY MESELESİ MİHANİKİ SURETTE “KÖY KALKINMASI” DEĞİL, MANALI VE ŞUURLU BİR ŞEKİLDE “KÖYÜN İÇTEN CANLANDIRILMASIDIR”. Köylü insan öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin; ona esir ve uşak muamelesi yapamasın.
TONGUÇ’A GÖRE; İNSAN KİŞİLİĞİNİ YARATAN BİR EĞİTİM ANLAYIŞININ, BİR BAŞKA SÖYLEYİŞLE TÜM EĞİTİM VE ÖĞRETİM ETKİNLİKLERİNİ KUŞATAN BÜTÜNCÜL YAKLAŞIMIN ADI İŞ EĞİTİMİDİR.
İsmail Hakkı Tonguç’un duvar yazısı: “İŞ İNSANIN HEM MİMARI HEM MİYARIDIR”
İŞ EĞİTİMİNİN KAPSAMINA ATÖLYE VE TARIM ÇALIŞMALARI OLDUĞU KADAR, TÜRKÇE, TOPLUMBİLİM, GÜZEL SANATLAR EĞİTİMİ GİBİ EĞİTİM-ÖĞRETİM ETKİNLİKLERİ DE GİRER; YETER Kİ BUNLAR İNSAN KİŞİLİĞİNİ GELİŞTİRMEYE YARASIN. İş eğitimi, bilgi yükleyen, ezberleten, yaratıcılığı körelten, merkezine programı ve öğretmeni alan geleneksel eğitime karşı bir tepki özelliği gösterir. İŞ EĞİTİMİNİN
GEREKÇELERİ ARASINDA; BİREYDE SORUMLULUK DUYGUSU GELİŞTİRMEK, ONA DAHA ÇOK DUYU ORGANINI KULLANDIRARAK BİLGİ VE BECERİLERİ DAHA KALICI BİÇİMDE ÖĞRENMESİNİ SAĞLAMAK, YARDIMLAŞMAYI ÖĞRETMEK, YAŞAMA AZMİ VE ZEVKİ KAZANDIRMAK, DAHA ÖNCE ÖĞRENDİĞİ BİLGİ VE BECERİLERİ PEKİŞTİRMEK GİBİ NOKTALAR BULUNMAKTADIR. Eğitimle ilgili iş denilince oyun, spor, meşguliyet, şekillendirmeler, gözlem, inceleme ve araştırma ile ilgili zihni çalışma ve etkinlikler de anlaşılmalıdır. İŞ, SADECE GEÇİM SAĞLAMAK İÇİN DEĞİL, TÜM İNSANİ DEĞERLERİ YARATMAYA YÖNELİK BİR ETKİNLİKTİR. İş eğitimi; bireye iş görmek imkânları yaratmak suretiyle onu, iş içinde iş vasıtasıyla eğitmek demektir.
Tonguç, iş eğitimini, “İş Okulu” adıyla yeni bir sistemin, bir genel eğitim anlayışının adı olarak benimsemektedir. Tonguç’un İş Okulu anlayışı şu temel ilkelere dayanır: Gereksinme, insan kişiliğini çok yönlü geliştirme, kuram-uygulama bütünlüğü, uygun aracın kullanılması, katılım ve demokrasi, paylaşım, değerlendirme, yeniden başlama. Bu ilkelere göre Köy Enstitüleri kurulmuş, çalışmalarına bu ilkeleri temel yapmışlardır...
KÖY ENSTİTÜSÜ DÜŞÜNCESİNİN KAYNAKLARI VE GELİŞMESİ

KÖY ENSTİTÜSÜ DÜŞÜNCESİNİ BESLEYEN EN ÖNEMLİ KAYNAKLARDAN BİRİSİ, ULUSAL KURTULUŞ HAREKETİDİR.
Atatürk, 15 Temmuz 1921’de Ankara’da, Muallime ve Muallim Cemiyetleri Birliği’nin öncülüğünde toplanan Maarif Kongresi’nde yaptığı açış konuşmasında “milli maarif” (ulusal eğitim) ilkesini ortaya atmış ve bu görüşünü ileri yıllarda işlemiştir. Bu toplantıda, Eskişehir Öğretmen Okulu’nun genç pedagoji öğretmeni Fuat Gündüzalp, köylere öğretmen yetiştiren ayrı öğretmen okullarının açılmasını savunmuştur.
Atatürk’ün, 1 Mart 1922 günü, TBMM’de “TÜRKİYE’NİN GERÇEK SAHİBİ, GERÇEK ÜRETİCİ OLAN KÖYLÜDÜR. MİLLETİMİZ ÇİFTÇİDİR. MİLLETİN ÇİFTÇİLİKTEKİ ÇABALARINI ÇAĞDAŞ İKTİSADİ ÖNLEMLERLE EN ÜRETKEN DURUMA GETİRMELİYİZ.” demesi önemlidir.
Şubat 1923’te, İzmir İktisat Kongresi, yatılı okulların geliştirilmesi, tarım ve iş eğitimi konularında kararlar almıştır.
18 Mart 1924 günü çıkarılan 442 sayılı Köy Kanunu, köye ve köylüye kimlik kazandırmış, köy kalkınmasına hukuksal dayanak hazırlamış ve köylüye kendi okulunu yapma ödevi vermiştir.
1925 yılının Mayıs ayı içinde 20 gün süreyle toplanan Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişleri, öğretmen yetiştirme ve sağlama konusunda, köy öğretmen okulu açılmasını da kapsayan öneriler geliştirdiler.
Mart 1926’da Hakkı Tonguç’un müdürlüğünde kurulan Ders Aletleri ve Mektep Müzesi, “iş eğitimi” denemelerine iyi bir ortam oluşturmuştur.
1926-1927 yılları arasında Kayseri-Zincirdere ve Denizli’de açılan iki Köy Muallim Mektebi önemli adımlardır.
1926-1930 yılları arasında Tonguç’un Mektep Müzesi’nce açılan “İş İlkelerine Dayalı Öğretim Kursları” ile 1927 yılında iki ay süreyle Sivas ve Ankara’da açılan “İlköğretim Müfettişliği Kursları”, köyde eğitime ışık tutacak niteliktedir.
1926-1927 öğretim yılında “Orta Muallim Mektebi” adıyla açılan Gazi Eğitim Enstitüsü, iş eğitiminin kuramsal olarak öğretilmesi yanında, dar çapta uygulanmasına da ortam hazırlamıştır. Tonguç, bu enstitüde 1932-1933 yılında Resim-İş Bölümü’nü kurarak önemli denemeler gerçekleştirmiştir. Tonguç, daha sonra kurduğu Köy Enstitülerinin yöneticilerini de bu kurumda tanıdığı öğrencileri arasından seçmiştir.
1932-1933 öğretim yılında, devrimci Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin erken ölümü ve “köyler için ayrı öğretmen” yetiştirmeyi “ayrılıkçılık sayan zihniyetin Bakanlıkta ağır basması üzerine Köy Öğretmen Okulları kapatıldı...
KÖY ENSTİTÜSÜ SİSTEMİNİN KURULUŞ AŞAMALARI 1935 yılına gelindiğinde ülke nüfusunun yüzde 80’inin yaşadığı köylerde okul sayısı yok denecek kadar azdır. Bu okullara kentlerden bulunup gönderilen az sayıda öğretmen de köylerde tutunamamakta ve başarılı olamamaktadır. Köy insanının eğitim gereksinmesi sadece okuryazarlıkla sınırlı değildir; bulaşıcı hastalıklarla savaşamamakta, üretimi ilkel yöntemlerle yapmaktadır.
Kurtuluş savaşının ağır yükünü çeken köylüler henüz demokrasiyi yaşatacak cumhuriyet yurttaşı niteliğine kavuşamamıştır. Köylüler, uygar toplumun tüm nimetlerinden yoksundurlar.
CUMHURİYETLE BİRLİKTE GİRİŞİLEN KÖYE HİZMET ÇABALARI, YA KÖYLÜNÜN BEKLENTİLERİNE UYMADIĞI YA DA BECERİLEMEDİĞİ İÇİN YARIM KALMIŞTIR.

BAŞARI İÇİN KÖYLÜNÜN DİLİNDEN ANLAYAN YENİ BİR AYDIN TİPİ GEREKLİ. Bu da köylünün kendi içinden çıkarılabilecektir. İşin bu püf noktasını ilk yakalayan, kendisi de bir köylü çocuğu olan İsmail Hakkı Tonguç’tur.
1935’te CHP Büyük Kurultayında köye yönelik çalışmalara önem verme politikası benimsendi. Atatürk tarafından bu politikayı yürütmek üzere Saffet Arıkan Milli Eğitim Bakanı olarak görevlendirildi. Bakan Arıkan tarafından İsmail Hakkı Tonguç Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğüne atandı. İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüsü Sisteminin hem kuramcısı hem kurucusudur...
KÖY ENSTİTÜLERİNİN BAŞLANGICI
TONGUÇ, ÖNCE CİDDİ BİR KÖY İNCELEMESİ YAPTI. RAKAMLARI VE ESKİ YAPILANLARI DEĞERLENDİRDİ. Yirmi yıllık bir plan taslağı hazırladı. Bu PLANA GÖRE 1954 YILINDA ÖĞRETMEN, KORUYUCU SAĞLIK HİZMETİ, TARIM TEKNİSYENİ ULAŞMAMIŞ KÖY KALMAYACAKTI.
1936’da Eğitmen deneyimi başladı.
Eskişehir Çifteler (Mahmudiye) Devlet Çiftliğinde dört aylık ilk Eğitmen Kursu açıldı. Askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, Ziraat Bakanlığı’nın işbirliğiyle modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği’nde yetiştirilerek köylere gönderilir. Amaç, köye hem bir öğretmen hem de modern üretim araçları ve tarım yöntemleri sağlamaktır.
Eğitmenler, okula aldıkları çocukları kesintisiz üç yıl okutup onları mezun ettikten sonra yeniden öğrenci alan “geçici” öğretmenlerdi. Eğitmenler ayrıca, köyde çıkan sağlık sorunlarını kaymakamlığa iletmek ve köylüye modern tarım tekniklerini öğretmek, akşam okulları ile yetişkinlere okuma yazma, hesap ve yurttaşlık öğretmekle de yükümlüydüler.
Ankara köylerinde görevlendirilen ilk 84 eğitmen başarılıydı. Eğitmen kursları ülkenin başka yerlerinde de açılarak çoğaltıldı. Eğitmen adayları, açılacak Köy Enstitülerinin ilk binalarını da yapmışlardır. İlk yıllarda Köy Enstitülerinin öğrenci kaynağı, büyük ölçüde Eğitmenli okullar olmuştur.
1937’de Enstitü modelinin ilk temelleri başlatıldı. 3238 sayılı Köy Eğitmenleri Kanunu çıkarıldı. Eğitmen Kursları çoğaltıldı. 1937-1938 öğretim yılında Eskişehir/Çifteler ve İzmir/Kızılçullu’da iki Köy Öğretmen Okulu açıldı. 1938-1939 öğretim yılında Kırklareli/Kepirtepe Köy Öğretmen Okulu açıldı.
1939-1940 öğretim yılında Kastamonu/Gölköy Köy Öğretmen Okulu açıldı.
7 Temmuz 1939’da 3704 sayılı yasa çıkarılarak Eğitmen Kursları ile yeni kurulan ve kurulacak olan Köy Öğretmen Okulları için arazi ve bu kurumlara döner sermaye sağlandı...
KÖY ENSTİTÜLERİNİN YASAL DAYANAKLARI VE PROGRAMLARI
17 Nisan 1940’ta sistemin yasal düzenlemesi gerçekleştirildi. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in üstün çabalarıyla 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu kabul edildi ve Köy Öğretmen Okulları, Köy Enstitülerine dönüştürüldü.

Köy Enstitüleri Kanunuyla, köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde, Milli Eğitim Bakanlığınca Köy Enstitülerinin açılması; Köy Enstitülerine, köy okullarını bitiren yetenekli köylü çocukların seçilerek alınması esasa bağlandı. Bu yasa hükmüne göre Köy Enstitülerinin görevi sadece köy öğretmeni yetiştirmekle sınırlı olmayıp öğretmenle birlikte sağlık görevlileri, teknisyenler vb. meslek elemanları yetiştirmektir.
Hasan Ali Yücel, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmasında Köy Enstitülerinin özelliğini ve daha önceki kuruluşlardan farklılığını vurgular: “Biz bu müesseselere köy öğretmen okulu demedik. Çünkü evvelce bu isimde müesseseler vardı. Bunları ona bağlamak istemedik. Bunlar yepyeni şeylerdir. BİZ KÖY ENSTİTÜSÜNÜ SADECE İÇERİSİNDE NAZARİ ÖĞRETİM YAPILAN BİR MÜESSESE OLARAK ALMADIK. İÇERİSİNDE ZİRAAT SANATLARI, DEMİRCİLİK, BASİT MARANGOZLUK GİBİ AMELİ BİRTAKIM FAALİYETLER DE BULUNDUĞU İÇİN OKUL ADI İLE ANMADIK, ENSTİTÜ DİYE İSİMLENDİRMEYİ MUVAFIK GÖRDÜK.”
1940-1941 öğretim yılında 10 yeni Köy Enstitüsü daha açıldı. Bu sayı 1945-1946 öğretim yılına kadar 20’ye, 1948’de 21’e çıkarıldı.
Köy Enstitüleri, bölge esasına göre kurulmuştu ve 24 Köy Enstitüsü kurulması planlanmıştı. Her Köy Enstitüsünün sorumlu olduğu 3-4 il vardı. Köy Enstitüleri, bu illerin köylerinde eğitmenlerin yetiştirdiği öğrencilerden seçerek öğrenci alıyor, bu öğrenciler enstitülerde ilkokulu tamamlayarak enstitü öğrencisi oluyorlardı. Köy Enstitüsü öğrencileri, üçüncü sınıftan sonra “öğretmenlik” ve “sağlık” kollarına ayrılıyordu. Köy sağlık memuru ve köy ebesi yetiştiren sağlık kollarının öğrencisi daha azdı.
1942 yılında çıkarılan “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu”nda öğretmenlerin ödevleri belirlenmiş; 'okul ve kurslarla ilgili işler' ve 'köy halkını yetiştirmekle ilgili işler' diye ikiye bölünmüştür. Ulaşılmak istenen hedef, Atatürk'ün halkçılık ilkelerine uygun olarak, geniş halk kitlelerinin eğitim düzeyini yükseltmek, böylece reformların yerleşmesi için gerekli koşulları yaratmak, halkın politik, ekonomik ve kültürel yaşama aktif olarak katılmasını sağlamak ve aynı zamanda kendi hakları konusunda bilinçlendirmektir.
KÖY ENSTİTÜLERİNİN EN ÖNEMLİ SORUNLARINDAN BİRİ, KENDİ YÖNETİCİ VE ÖĞRETMEN KADROSUNU OLUŞTURAMAMAKTI. HİZMETE UYGUN YÜKSEKOKUL, İLKÖĞRETMEN OKULU VE HER TÜRLÜ ORTA DERECELİ MESLEK OKULLARI MEZUNLARI ÖĞRETMEN OLARAK ATANDIĞI GİBİ, HİÇ OKURYAZAR OLMAYAN KİŞİLERDEN KÖY ENSTİTÜLERİNE YARARLI BECERİSİ OLANLAR DA
“USTA ÖĞRETİCİ” OLARAK ATANIYORLARDI. 1942-1943 eğitim-öğretim yılında Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde, Köy Enstitülerine öğretmen, bölge okullarına yönetici, gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi ve kesim müfettişi yetiştirmek üzere, her Köy Enstitüsünün en yetkin öğrencilerini alıp yetiştiren üç yıl süreli Yüksek Köy Enstitüsü açıldı.
1943 yılında Köy Enstitüleri Öğretim Programı yürürlüğe konuldu. Bu programa göre, ilkokulu bitiren çocuklar sınavla Köy Enstitülerine alınır ve karma eğitim uygulanır.
Köy Enstitülerinde beş yıl içinde okutulacak derslerin çeşidi 29’dur. Bunların 17’si genel kültür ve meslek dersleri (haftalık toplam 22 saat), 7’si tarım dersleri (haftalık toplam 11

saat), 5’i de iş dersleri (haftalık toplam 11 saat)’dir. Köy Enstitülerinde eğitim üretim içindir. Köy Enstitülerinin haftalık toplam ders saati sayısı 44 (bazı ara etkinlikler buna dâhil değildir) iken aynı yıllarda İlköğretmen okullarının haftalık ders saati toplamı 29-30’dur.
KÖY ENSTİTÜLERİNDE ÖĞRENCİLER, BİR TARAFTAN GÜÇLÜ BİR TARİH EĞİTİMİ YANINDA TARIM, EL İŞİ VE GÜZEL SANATLAR İLE YURTTAŞLIK BİLİNCİ VE ULUSAL BİLİNÇ KAZANIYORLARDI; DİĞER TARAFTAN DÜNYA KLASİKLERİNİ OKUYARAK, MÜZİK DİNLEYEREK, TİYATRO YAPARAK DÜNYA DEĞERLERİYLE TANIŞIYORLARDI.
Köy Enstitüsü programı, çok yönlü eğitimi benimsemişti. Her sabah güne jimnastik ya da halk oyunlarıyla başlanırdı. EĞİTİM YAŞAMININ TÜMÜNE SANAT, HAREKET VE YARATICILIK EGEMENDİ. Her öğrencinin
bir müzik aleti çalması zorunlu idi. Halk kültürünün tüm malzemesi enstitülere taşınıp işleniyordu. Köy Enstitülerinde her hafta bir eğlenti düzenlenir, bu etkinliğe yönetici ve öğretmenler de katılırdı. Bu eğlenti programları piyes, müzik, gösteri, halk oyunu, orta oyunu vb. etkinliklerden oluşurdu. Bu etkinlikleri, çevredeki köylüler ve öğrenci velilerinden konuk olanlar da izlerlerdi.
KÖY ENSTİTÜLERİNDE UYGULANAN EĞİTİM VE ÖĞRETİM YÖNTEMİ, ÖĞRENCİYİ MERKEZE KOYMUŞ VE ONUN ETKİN KILINMASINI TEMEL ALMIŞTI. EKİP ÇALIŞMALARI VE BİREYSEL ETKİNLİKLER, ÖĞRENCİ KİŞİLİĞİNİN GELİŞTİRİLMESİ AÇISINDAN VAZGEÇİLMEZ KOŞULDU.
İsmail Hakkı Tonguç’a göre; öğrencilerin başarılı iş görmelerinin, istenen vasıfları kazanabilmelerinin, saptanan amaçlara kolayca ulaşabilmelerinin ana şartı arkadaşlarıyla iyi geçinmeleridir.
Köy Enstitülerinde devletin az bir yardımıyla, öğretmen adayları, iş içinde çalışarak hem kendi barınaklarını, dersliklerini ve diğer gereksinimlerini, çalışma yerlerini yapmışlar; hem de gereken genel kültür ile meslekî bilgileri ve tarım çalışmaları yaparak köy için gerekli olan beceriyi kazanmışlardır. Bunlar, işi bilen öğretmen ve usta öğreticilerin rehberliği altında gerçekleşmiştir.
Köy Enstitülerinde bütün derslerde ve çalışmalardaki temel yöntemin “YAPARKEN ÖĞRENME” ilkesi olduğu söylenebilir. YAPARKEN ÖĞRENME, YAPARAK ÖĞRENMEDEN FAKLIDIR. Yaparak öğrenmede kişiye bir şeyi öğretmek ana amaçtır; sonuçta sadece yapma vardır. YAPARKEN ÖĞRENMEDE YAPILAN İŞ
GEREKSİNİMDEN DOĞAR; İŞ İÇİNDE, İŞLE BİRLİKTE, İŞ ARACILIĞIYLA ÖĞRENME ESASTIR; SONUÇTA SAHİP OLMA VARDIR. Köy Enstitülerinde yaparken öğrenme ilkesiyle, tutacak ve ürün verecek fidanlar dikilir, bol süt verecek inekler beslenirdi. Köy Enstitülerinde yaparak öğrenme sürecinde 700 bina yapılmış, binlerce dekar boş arazi işlenip ekime açılmış, binlerce hayvan ve milyonlarca ağaç yetiştirilmiştir.
Köy Enstitülerinde eğitimde süreklilik esastı. Günlük, haftalık, aylık, mevsimlik gelişme programları yapılmaktaydı. Bunlar, her enstitüde işlerin durumuna, öğrencilerin düzey ve sayısına, öğretmenlerin özelliklerine, iş araçlarının çeşitlerine, iş alanlarının genişliğine,

hayvanların cins ve sayılarına göre ayarlanmaktaydı. Köy Enstitülerinde işin saati, günü ille de saptanmış değildi. Ancak, her iş bitmeden bırakılmazdı; karılan harç donup beton yığını olmadan kullanılırdı, dikilen fidanlar ölmeden gelişip yetişmeleri için çapalanıp sulanırdı, olgunlaşan meyveler çürüyüp bozulmadan toplanıp işlenirdi, ekinler tarlada bırakılmazdı.
KÖY ENSTİTÜLERİNDE ÖĞRENCİLERE BİLGİ VERİLMİYOR, BİLGİYİ ÖĞRENCİ ALIYORDU. ÖĞRENCİ BİR SÜREKLİLİK İÇİNDE YAŞAYARAK, YAPARKEN, ÜRETİRKEN ÖĞRENİYORDU.
KÖY ENSTİTÜLERİNDE ÖĞRENCİLER ANLIYOR, DÜŞÜNÜYOR, SORGULUYOR, ÜRETİYORDU; KENDİNE GÜVEN VE MUTLULUK İÇİNDEYDİLER. Yüksek Köy Enstitüsü Öğrencisi Turan Aydoğan’ın bir şiiri bunu çok güzel anlatıyor:
“SORU 1
Şu benzi güz elması renkli Lacivert ceketli sevimli çocuk Neden böyle de Bu saz benizli
Yalınayak, başıkabak çocuk Öğle değil?
Nedendir ey ağacım, Dalının biri sarı biri yeşil Biri kuru biri büyür,
Biri ağlar, biri güler, Nedendir?”
KÖY ENSTİTÜLERİ AÇILDIĞINDA ZAMANIN AMERİKAN HÜKÜMETİNİN HAZIRLADIĞI İSTİHBARAT RAPORUNDA “DİKKATLİ OLUN TÜRKLER BÜYÜK BİR EĞİTİM ATILIMIYLA GELİYOR” DENİLMEKTEDİR.
KÖY ENSTİTÜLERİNDE YAŞAM, TAM “BİRLİKTELİK, KATILIM, YETKİ VE SORUMLULUK” EKSENLERİNE OTURTULMUŞTUR. Köy Enstitülerinde kararlar, yönetici-öğretici-öğrenci üçlüsünün katkı ve onayıyla alınır. Okul yöneticileriyle öğrenciler her konuyu tartışabilirler. Köy Enstitülerinde gerek öğretimin eğitsel bir biçimde yapılmasında, okuldaki toplumsal ortamın yaratılmasında ve gerekse toprakların işlenip uygar bir eğitim kurumunun oluşmasında öğrenci-öğretmen ilişkilerinin bir aile yuvasındaki gibi içten oluşunun büyük rolü olmuştur. Bu eğitim modelinin başarısı, 1946'ya kadar köylerdeki öğretmen açığını kapatan 16.400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen yetiştirmiş olmasıdır.
Mezunlar arasında Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Fakir Baykurt ve Mahmut Makal gibi yazarlar bulunmaktadır.
Köy Enstitüleri, geniş bir halk kitlesine ulaşan bir eğitim ve kalkınma etkinliği olması dolayısıyla ülkenin gelişmesinde en büyük katalizör olarak görülebilir.
Köy Enstitüleri sisteminin eğitimimize en büyük katkısı, o güne kadar yalnızca eğitim kitaplarında görülen, fakat geleneksel eğitimin etkisiyle, okula ve sınıflara giremeyen eğitim ilke ve yöntemlerini, doğanın içinde hayata geçirmek olmuştur...
KÖY ENSTİTÜLERİNİN SONU

Köy Enstitüleri bütününün içinde İsmet İnönü’nün büyük ağırlığı olmuştur. İNÖNÜ’NÜN DESTEĞİ, II. DÜNYA SAVAŞI BİTENE, MEMLEKETİMİZDE VE DÜNYADA YENİ BİR GÜÇLER DENGESİ KURULANA KADAR SÜRMÜŞTÜR. Çok partili döneme girilince İsmet İnönü artık eski gücünü bulamamış ve gerekli desteği enstitülere verememiştir. 1946’DAN SONRA KÖY ENSTİTÜLERİ İSTİSMARCILARIN VE BAZI ÇIKAR ÇEVRELERİNİN ETKİSİYLE ÖZGÜN YAPILARINDAN SAPTIRILDI. 1946 yılında yapılan genel seçim sonunda CHP’nin tutucu kanadı iktidara el koydu; Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç ve ekibi görevden uzaklaştırıldı.
1947’de İsmail Hakkı Tonguç’un “Enstitülerin Kalbi” dediği Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı, öğrencileri başka okullara nakledildi. Yüksek Köy Enstitüsü mezunlarından bazıları “solcu” oldukları gerekçesiyle yedek subay okulundan “çavuş” çıkarıldı. Köy Enstitüsü
Öğretim Programı ve Yönetmeliği değiştirilerek, öğrencilerin yönetime katılması, iş eğitimi gibi temel ilkeler ve etkinlikler kaldırıldı; mezunlara arazi ve teçhizat verme uygulamasına son verildi.
1948 yılında Eğitmen Kursları’na son verildi, birçok eğitmen görevden uzaklaştırıldı, bu eğitmenlerin açtığı köy okulları kapatılarak yıkılmaya terk edildi.
1950’den sonra Demokrat Parti iktidarında Köy Enstitülerindeki kız öğrenciler ayrıldı, sayıları azaltıldı; Kızılçullu ve Beşikdüzü Köy Enstitülerinde toplandı. Sonra Kızılçullu Köy Enstitüsü, yeri ve binaları Amerikalılara verilerek kapatıldı, öğrencileri Bolu Kız Öğretmen Okuluna aktarıldı. Bazı Köy Enstitülerindeki “Sağlık Kolları” kapatıldı.
1952 yılında Köy Enstitülerinin öğretim süresi beş yıldan altı yıla çıkarıldı.
1953’te Köy Enstitülerinin programları kökten değiştirildi. Köy Enstitüleri Programı ile İlköğretmen Okullarının programları birleştirildi.
1954’te Köy Enstitüleri tümden kapatıldı.
6234 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulu’na dönüştürüldü. Köy Enstitülerinin kapanması, ülkemizin bağımsızlık politikasının kırılma noktası ve miladı olarak görülebilir.
Köy Enstitüleri, yukarıdan geldiği, tabanda itici bir kuvvete dayanmadığı için, kırsal kesim halkı böyle bir kuruluşun gerekliliğine yeterince hazırlanmadığı için, proje dinamizm geliştirememiş ve kendi kendisini yürüten bir sürece dönüşememiştir...
KÖY ENSTİTÜLERİ SİSTEMİNDEN ALACAĞIMIZ DERSLER
. İnsan en yüce değerdir. Eğitim, bu değeri daha da geliştirme gücüne sahiptir.
. Akılcı bir planlama, örgütleme ve yeterli bir motivasyonla, en güç koşullarda bile eğitim sorununu çözme olanağı vardır.
. İnsan kişiliğini tam geliştiren ve özgürleştiren çok yönlü (kültürel, bilimsel, sanatsal vb. yönden) eğitim, en zor koşullarda bile uygulanabilir.

. Katılımcı ve demokratik eğitim, birçoklarının sandığının aksine en zor koşullarda ve kırsal toplumda da uygulanabilir, yaşatılabilir.
. Akılcı bir planlama ve programlama ve üretken bir yaklaşımla nitelikten ödün vermeden eğitimin maliyeti düşürülebilir.
. Eğitimde gerçek başarılar, maddi ve manevi yönden olumsuz rekabete ve yarışa yol açmadan da ödüllendirilebilir.
. Eğitim, evrensel değer yaratmayı hedeflerken, yerel ve ulusal değerleri de geliştirebilir.
. Yurt sevgisi, yurdu sevilecek duruma getirerek gelişir. Köy Enstitüleri, insanımıza Anadolu bozkırını yeşerterek onu daha çok sevmeyi öğretmiştir.
. Gerçek bir ahlak anlayışı, insana saygı ve sevgi, lafla değil iş yaparak kazanılır... GÜNÜMÜZDE EĞİTİM SİSTEMİ
Günümüzde eğitim sistemi çocuklarımızı ezberci yapıyor, sorumluluk kazandırmıyor denir ve çözüm için çok çeşitli
öneriler ileri sürülür. Bu önerilerin hiç biri üzerinde tam anlamıyla bir fikir birliği sağlanmış değildir.
G. K. Chesterton’un güzel bir sözü vardır; “SORUN, ÇÖZÜMÜ GÖREMEMELERİNDE DEĞİL, SORUNU GÖREMEMELERİNDE” der Chesterton.
Bizim eğitim sistemimiz ile ilgili durum da sorunu göremememizdir. Sorunu görmek için, SİSTEMİN ÇOCUKLARIMIZI NEDEN EZBERCİ YAPTIĞINI, SORUMLULUK KAZANDIRMADIĞINI SORGULAMALIYIZ.
İşe eğitimin kabul gören tanımından başlayabiliriz. Bu tanıma göre eğitim, insan davranışlarını istenen yönde değiştirmek için düzenlenip uygulanan bir sistemdir.
EGEMEN GÜÇLER, SORGULAMAYAN, ARAŞTIRMAYAN, ELEŞTİRMEYEN, PROBLEM ÇIKARMAYAN, VERİLEN İŞİ EN İYİ ŞEKİLDE YAPAN BİREYLER İSTER. ÖYLEYSE, ÇOCUKLARIMIZIN EZBERCİ, SORUMLULUK KAZANMAMIŞ, SORGULAMAYAN, ARAŞTIRMAYAN, ELEŞTİRMEYEN, PROBLEM ÇIKARMAYAN, VERİLEN İŞİ EN İYİ ŞEKİLDE YAPAN BİREYLER OLARAK YETİŞMELERİ İSTENMİŞ VE UZUN YILLARDAN BERİ DEVAM EDEN SİSTEMATİK POLİTİKALARLA MEVCUT EĞİTİM SİSTEMİ BİLİNÇLİ OLARAK OLUŞTURULMUŞTUR.
Eğitim sistemi içinde istenen davranışları sergileyen çocuklara verilen maddi-manevi ödüller ya da istenmeyen davranışları sergileyen çocuklara verilen cezalar da zamanla bireyleri sadece ödül beklentisi ya da ceza korkusu nedeniyle eyleme geçen bireylere dönüştürmüştür.
İlginç bir örnek, bir fakültede öğretim üyeleri tarafından verilmiştir: Bu fakültede, öğretim

programına, yeni bir etkinlik kondu ve öğretim üyelerinin gönüllü olarak bu etkinlikte görev almaları beklendi.
Öğretim üyelerinin büyük çoğunluğu, gönüllü değiliz diyerek etkinlikte görev almadılar. Bunun üzerine yönetim, atama-yükseltme için bu etkinlikte görev almayı şart koşma girişiminde bulundu ve diğer taraftan etkinlik için hizmet içi kurs planladı. Söz konusu etkinlikte görev almak istemeyen öğretim üyeleri, atama-yükseltme için gönüllülük ile ilgili bir etkinlikte görev almanın şart koşulmasına karşı çıktılar, fakat çoğu atama-yükseltme konusunda yönetimin koştuğu şartı sağlamak için hizmet içi kursa başvuruda bulundu.
EĞİTİM SİSTEMİ İÇİNDE ÖDÜL-CEZA BEKLENTİSİ, BİREYLERİ (ÖĞRENCİLERİ), EĞİTİM-EYLEM SÜRECİNDE YA DA SONUCUNDA ELDE EDECEKLERİ DOĞAL HAZDAN UZAKLAŞTIRMAKTADIR.
Bireyleri (öğrencileri) eğitim-eylem sürecinde ödül-ceza beklentisinden kurtarmak gerekir; süreç içinde doğal hazza dikkat çekilmeli ve bu hazzı duyacakları bir eğitim sistemi uygulanmalıdır. Köy Enstitüleri sisteminde bunun olduğunu bir Köy Enstitüsü kız öğrencisi Ümmü Altan bir şiirinde çok güzel anlatıyor:
“İŞ GECESİ
Biz gece mehtapta saman taşıdık
Mehtabın güzelliği derde dermandı
Güzel bir gecede iş hayatı yaşadık
Ah gönlüm, o geceyi bir bayram sandı.
Küfeler, teskereler gidip gelirken
Sabah, istemezdim gece mehtapta Altın ay göklerden bize gülerken Daha fazla çalışmak isterdim hatta”
EĞİTİM SİSTEMİ İÇİNDE ÖDÜLLER-CEZALAR, ELEŞTİREL DÜŞÜNME YETİSİNİ KAYBETMİŞ, PASİF, İTAATKÂR BİREY (ÖĞRENCİ) MODELİNİN ORTAYA ÇIKMASINA DA NEDEN OLMUŞTUR.
Farkında değiliz belki, ama bu öğrenci modelini seviyoruz. Arada eleştirel düşünme yetisi olan öğrencileri uyumsuz, asi öğrenci olarak görmemiz bunu göstermiyor mu?
Bir başka tanıma göre eğitim, fiziksel uyarılmalar sonucu beyinde istenen biyokimyasal değişiklikler oluşturma sürecidir. Bu tanımda, eğitimin sadece bilişsel düzeyde gerçekleştiği vurgulanmaktadır. Buna göre, sayısal derslerde başarılı olmak zeki olmakla eşdeğer tutulmakta, başka alanlardaki beceriler göz ardı edilerek
ÇOCUKLAR ÇOĞU ZAMAN ZEKİ VE ZEKİ OLMAYAN OLARAK KATEGORİLERE AYRILMAKTADIR. BU DURUM İSE BELKİ DE FARKINDA OLMADAN DUYGUSAL ÖRSELENMELERE NEDEN OLMUŞ VE BENLİK DUYGUSU DÜŞÜK, KENDİNE GÜVENEMEYEN BİREYLER YARATMIŞTIR.
Eğitim, bilişsel düzeyde olduğu kadar sosyal, duygusal ve psikomotor düzeylerde gerçekleştirilen etkinliklerin bütünü olarak değerlendirilmelidir.

Özet olarak; EĞİTİM SİSTEMİMİZİN UZUN YILLARDAN BERİ DEVAM EDEN SİSTEMATİK POLİTİKALARLA BİLİNÇLİ OLARAK OLUŞTURULDUĞUNUN BİREYLER TARAFINDAN FARKINA VARILMASI, ÇÖZÜM ÖNERİLERİNİN ARAŞTIRILIP BULUNMASI, UYGULAMAYA KONULMASI VE BAŞARIYA ULAŞMASI İÇİN ÖN KOŞULDUR.
Bu bağlamda öncelikle bazı tanımları sorgulamalıyız, bazı düşüncelerimiz ve şartlanmışlıklarımız için özeleştiri yapmalıyız. Sonuçta da bazı tanımları, bazı düşüncelerimizi, bazı şartlanmışlıklarımızı değiştirmeliyiz.
BAZI ŞARTLANMIŞLIKLARIMIZIN FARKINDA DEĞİLİZDİR VE BAZEN BUNU PAHALIYA ÖDERİZ.
Şoför adaylarına ve hatta şoförlere sorulacak “Düz bir yolda aracınızla hızla gidiyorsunuz, birden önünüze bir yaya çıkarsa ne yaparsınız?” sorusuna alacağınız yanıt çoğunlukla “Hemen frene basarım” olur.
Bu şartlanmışlığımızın yansımasıdır ve araçla hızla giderken ayağımızın gaz pedalında olduğunu, dolayısıyla önce ayağı gaz pedalından çekmek gerektiğini unuturuz. Bu nedenle de bazı kazalardan sonra “frene basacağı yerde gaza basmış” açıklamasını sık duyarız.
GÜNÜMÜZDE EĞİTİM, BİREYİN KENDİ POTANSİYELLERİNİ AÇIĞA ÇIKARTIP BUNLARI EN İYİ ŞEKİLDE KULLANIP GELİŞTİRDİĞİ, TÜM GELİŞİM ALANLARINI İÇEREN YAŞAMSAL BİR UĞRAŞ OLARAK DEĞERLENDİRİLMEKTEDİR. BU DEĞERLENDİRMEYİ BENİMSİYORSAK, BİREYİ ARAŞTIRMAYA, SORGULAMAYA, ELEŞTİREL DÜŞÜNMEYE, SOSYAL SORUMLULUK KAZANDIRMAYA YÖNELİK EĞİTİM PROGRAMLARIMIZI GELİŞTİRMELİYİZ.
Köy Enstitüleri sisteminde uygulanmış olan, bireyi araştırmaya, sorgulamaya, eleştirel düşünmeye, sosyal sorumluluk kazandırmaya yönelik eğitim programları, günümüzde çağdaş eğitim programları olarak uygulamaya konulmaya çalışılmaktadır. Geleneksel eğitim programlarının bilgi temelli, öğrencilere bilgi depolamak ve
bu bilgilerin gelecekte kullanılmasını sağlamaya yönelik olduğu ifade edilmekte; çağdaş eğitim programlarının ise öğrenci temelli, öğrencinin yeni bilgileri üretmesi, öğrenmeyi öğrenmesi, bilgiye erişimi öğrenmesine yönelik olması gerektiği ifade edilmektedir.
GÜNÜMÜZ OKULLARINDA VERİLEN EĞİTİM İLE İLGİLİ OLARAK GİRDİLER, İŞLEMLER, ÇIKTILAR GİBİ BAZI KAVRAMLAR TANIMLANMAKTADIR.
Eğitimde girdiler; eğitim programı, öğrenci sayısı, eğitim ortamı, araç-gereçtir. Yazı tahtası, kâğıt tahtası, tepegöz, slayt, resim, şema, karikatür, teyp, film, teknoloji destekli araçlar, sık kullanılan görsel-işitsel öğretim araçlardır.
Eğitimde işlemler, öğretim süreci veya uygulamadır. Bilgi, beceri, tutum değişikliğinin planlı ve programlı bir biçimde eğitim ortamında yapılması süreci, öğretim olarak tanımlanmaktadır.
Eğitimin içinde bir bölüm olan öğretim, çeşitli yöntem ve tekniklerle uygulanabilir.

Odaklandığı kişi yönünden üç farklı öğretim yöntem ve tekniği tanımlanmıştır:
Pasif (eğitici merkezli) öğretim, aktif (öğrenci merkezli) öğretim, interaktif (öğrenci-eğitici etkileşmeli) öğretim.
Günümüzde eğitici merkezli öğretim yöntem ve tekniği yaygın olarak kullanılmakla birlikte öğrenci merkezli ya da öğrenci-eğitici merkezli öğretim yöntem ve teknikleri de kullanılmaya başlanmıştır.
Eğitimde çıktılar, davranış değişikliği edinmiş öğrencilerdir. Eğitim sürecinde özellikle öğrencilerden alınan geri bildirimlere göre girdilerin ve işlemlerin, dolayısıyla eğitimin iyileştirilmesine günümüzde önem verilmektedir.
EĞİTİM, OKULLA SINIRLI DEĞİL; İNSAN VARLIĞINI SÜRDÜRDÜĞÜ SÜRECE DEVAM EDEN ETKİNLİKTİR.
Bugün yaşam, sürekli ve hızla değişmektedir. Bireyin de bu teknik ve toplumsal değişime ayak uydurması beklenmektedir; kendi kendini yenileme, kendini aşma becerileri kazanması gerekmektedir. Bu kapsamda eğiticilerin önce kendi kendini yenileme, kendini aşma becerileri kazanmalarının önemi büyüktür.
Herhangi bir okulda eğitim programının değerlendirilmesi için yapılan bir toplantıda “önce eğitim, sonra bölümüm, sonra meslektaşlarım, sonra kendim” sloganı çok beğeni kazanabilir. Fakat önce kendini değerlendirip yenilemeyen bir eğitici eğitimi nasıl değerlendirip iyileştirebilir?
EĞİTİCİLERİN TEKNİK VE TOPLUMSAL DEĞİŞİME AYAK UYDURMASI; ÖNCELİKLE KENDİ KENDİLERİNİ YENİLEME, KENDİLERİNİ AŞMA BECERİLERİ KAZANMALARI GEREKTİĞİNİ İSMAİL HAKKI TONGUÇ YILLAR ÖNCE İFADE ETMİŞTİR:
. Öğretmenlik mesleği, devamlı ilerleyiş ve yükseliş isteyen bir meslektir.
. Öğretmenlerin bilgilerini arttırmak, onlara olayları ve insanları tanıtmak bakımlarından daima başvurulacak vasıta iyi kitap, iyi yazıdır. Öğretmenler, iyi ve güzel eserleri seçerek çok okumalıdırlar. Öğretmen, okuyan bir fikir adamı olmalıdır. Bu alışkanlığını idaresindeki öğrencilere de aşılayabilmelidir.
. Öğretmenler, hayatta karşılaştıkları önemli olayları bir ders gibi algılamalılar, bunların üzerinde durarak düşünmeye alışmalılar, onlardan mana çıkarabilecek bir duruma gelmeliler ve fırsat çıkar çıkmaz bunlardan öğrencileri faydalandırmayı bilmelidirler.
. Öğretmenin görevi, öğrenci ile mesai arkadaşlığı yapmak, öğrencinin her türlü mesaisini düzenli olarak takip ederek yeteneğinin derecesini tespit etmektir.
. Öğretmenlerin öğrenci ile serbest konuşmaları ciddiyet, dürüstlük, onlara gerçekleri duyurmak, çocukların düşünme yeteneklerini genişletmek gibi asil gayelere yöneltilmiş olmalıdır.

. Öğretmen, idaresine verilen çocuklardan, her birinin hayatıyla yakından ilgilenmeli, onların konuşma ihtiyacından başlayarak giyim, yemek, yıkanmak gibi bütün ihtiyaçlarını daima göz önünde tutmalı, bu bakımlardan onlara faydalı olmalıdır.
.Öğretmen, öğrencileriyle her şeyi konuşabilmeli, onların dertlerine ortak olmalı, sevinçlerine katılmalı, sık sık hatırlarını sormalı, hastalıklarıyla ilgilenmeli, aileleri geçim darlığı çekenlerin özel durumlarını bilmeli, onlardan hiçbir suretle uzak kalmamalıdır.
. Öğretmen, öğrencilerle birlikte, türlü maksatlarla geziler, seyahatler, eğlentiler tertiplemeli, bunlara kendisi de katılmalı, çocukları bu münasebetle faydalanılması mümkün her şeyden faydalandırmalıdır. Tabiatla, toplumsal hayatla gerçek temaslar olmadıkça öğrencilerle öğretmen arasındaki bağlantılar pek yapmacık olarak kalırlar. Öğretmenler, suni olan her şeyden kaçınmalıdırlar.
. Öğretmen, çocuklara hayatta kendi çalışmalarından başka hiçbir şeye güvenmemek lazım geleceği kanaatini, zihinlerinden hiç silinmeyecek şekilde benimsetmelidir. Enstitü öğretmenlerinin hiç ayrılmayacakları ilkelerden biri, hangi dersi okuturlarsa okutsunlar, bu dersin konularını çocukların zati faaliyetlerine dayanan bir iş içinde öğretmektir. Çocuğu pasif, durgun vaziyette tutan, buna karşı öğretmeni faal duruma getiren öğretme şekli enstitülerde asla yer almamalıdır...
GENÇLERE SON SÖZ!
. Çok okuyun
. Anlayın
. Düşünün
. Sorgulayın
. Üretin


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)
Yazarın Diğer Yazıları
Milli Yaz/Boz Bakanlığı
Değişen ne oldu?
Yeni müfredat?..