Aslında bir tür pr çalışması ve iletişim yöntemi olma özelliği taşıyan bu propaganda türünün temel yönelimi, aynı konuyu sürekli aynı vurgu ve tekrarlar ile anlatıp halkın bilinçaltına yerleştirerek politik kazanım elde etmeye dayanıyor. Elbette ki bir siyasal iktidar veya o siyasal iktidarın temsilcileri iktidarları boyunca yaptıklarını anlatacaklar ve övünecekler. Bu gayet doğal ve bunda yadırganacak bir durum yok. Ülke ve toplum yararına atılan her adım ve yapılan her doğru iş saygı duyulması gereken bir durum. Hele hele bu olumlu işler eğitim ve bilim alanı ile ilgiliyse saygının sınırlarını olabildiğince geniş tutmakta gerekir. Ancak yaptık diye anlatılanlar ve övünç kaynağı yapılanlar o kadar tekrarlanır ve abartılır halde söylenir oldu ki, insanlar doğal olarak bunlar zaten yapmak zorunda olduğunuz işler, görevler, ödevler ve sorumluluklar diye ifade etmeye başladılar. İnsanlar, haklı olarak sürekli yapılan derslik, atanan öğretmen sayısı, açılan üniversite, bir dersliğe ve öğretmene düşen öğrenci sayısında ki azalma ve artırılan bütçe üzerine yapılan tekrarları dinlemekten bıktık, biraz da eğitim ve bilim alanında yaşanan krizleri, var olan sorunları, başarısızlıkları ve çözüm yollarını konuşalım diyorlar.
Örneğin, Sayıştay’ın MEB’i uyarmaktan yorulduğunu düşündüğümüz her yıl MEB’e ve bağlı kurumlara yönelik yapılan harcamalara ilişkin yaptığı denetim sonrasında hazırladığı raporlarda yer alan uyarılara ilişkinde MEB kamuoyunu geniş biçimde bilgilendirirse çok memnun olacaklarını ifade ediyor yurttaşlar. Sayıştay 2017 yılında yaptığı denetimde hazırladığı rapor ile tespit ettiği bazı usulsüz harcamalara vurgu yapmaktadır. Rapor, Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından ilgili kurumlara resmi yazı ile gönderilerek uyulması gereken kurallar yeniden hatırlatılmaktadır. Hemen her yıl gerçekleştirilen bu rutin uygulama sonucunda raporlarda tespit edilen usulsüzlüklerin giderilmediği anlaşılmaktadır. Geçmiş yıllarda yapılan incelemelerde de benzer noktaların altı çizilmekteydi. Raporlara rağmen sorunların giderilmemiş olması usulsüz harcamalar yapan kronikleşmeye yüz tutmuş hastalıklı bir yapı ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Yapılan usulsüz harcamaların rakamsal karşılıkları bilinmemekle birlikte; Bakanlık, yapılan usulsüz harcamanın 1 lira bile olsa üzerine gidilmesi gereken bir sorun oluşturduğunu tespit ederek hareket etmelidir.
MEB’i kurumsal olarak sıkıntıya sokan Milli Eğitim Bakanlığı Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 08.05.2018 tarih ve 9074283 sayılı "Sayıştay 2017 Yılı Taslak Denetim Raporu" konulu yazısı ile Sayıştay 2017 Yılı Taslak Denetim Raporunda yer alan bulgulara göre;
“1-Özel Hesaplardan Yapılan Harcamalarda;
2-Bakanlığın Farklı Birimlerindeki Ücret Ödemelerinde Gelir Vergisi Matrahlarının Birleştirilmemesi,
3-Elektrik, Doğalgaz ve Haberleşme Hizmetlerinin İhale ile Temin Edilmediği,
4-Kamu İhale Kanununda Belirlenen Alım Usullerine Uyulmaması,
5-Ön Mali Kontrole İlişkin Mevzuat Hükümlerine Uyulmaması,
Hususlarına azami özen gösterilerek hizmetin yürütülmesinde mevzuata uygun olması ve kamu menfaati dikkate alınarak harcamaların yapılmasında gerekli tedbirlerin alınmasında, harcama yetkilisi 5018 sayılı kanuna istinaden oluşacak kamu zararından ve idari yönden sorumlu oldukları belirtildi.
Sayıştay 2017 Yılı Taslak Denetim Raporunda Özel Hesaplardan Yapılan Harcamalar konusunda;
a)Özel Hesaplardan Amacı ile Bağdaşmayan ve Yasal Olmayan Ödemeler Yapılması Çeşitli yönetmelik, yönerge ve esaslar çerçevesinde tahsil edilen ve özel hesaplarda izlenen gelirlerin hangi giderlerin karşılanmasında kullanılacağı, yine aynı düzenlemelerde belirlenmiştir. Okul-Aile Birliği vb. özel hesaplardaki ödeneklerden; telefon, araç muayenesi, kırtasiye, bakım onarım, trafik cezası vb. harcamalar yapılarak amacı dışında kullanıldığı,
b)Özel hesaplardan yapılan mal ve hizmet alımlarında yasal düzenlemelere uyulmadığı, harcamalar bölünerek doğrudan temin sınırı altında bir kaç defa da yapılması gibi 4734 Sayılı Kamı İhale Kanununa aykırı uygulamalara gidildiği,
c)Özel hesaplardan yapılan mal ve hizmet alımlarına ilişkin ödemelerden yapılması gereken KDV tevkifatlarının yapılmadığı, tüm ödemelerin ödeme belgesi düzenlenerek yapılması ve dolayısıyla damga vergisine de tabi tutulması gerekirken genellikle bu amaçla bir kesinti yapılmadığı, yapılan sözleşme ve protokollerden alınması gereken damga vergilerinin alınmadığı, bu nedenle vergi kaybına yol açıldığı,
d)Özel Hesaplardan Alınan Taşınırların, "dizüstü ve masaüstü bilgisayarlar, yazıcıların, büro mobilyaları ve benzeri" taşınırların Taşınır Mal Yönetmeliğine göre yapılması gereken kayıtlarının yapılmadığı görülmüştür. Taşınır kayıtlarının yapılmaması, bu tür değerli taşınırların amacına uygun olarak kamu hizmetinde kullanılmasının izlenmesi ve kontrolünü de imkansız kılmaktadır. Taşınır Mal Yönetmeliği hükümleri gereği, kaynağı ne olursa olsun alınan taşınırların alınma tarihleri itibariyle taşınır kayıtlarının yapılmadığı, belirtilerek Okul-Aile Birliği vb. özel hesaplardaki ödeneklerden; telefon, araç muayenesi, kırtasiye, bakım onarım, trafik cezası vb. harcamalar yapılarak amacı dışında kullanıldığı tespiti yapıldı.” Haber Kaynağı Memurlar Net Haber Sitesi
Ülkemiz 24 Haziranda bir erken seçime daha gidiyor. Bütün siyasal partiler seçim bildirgelerini hazırlıyorlar ve her seçim bildirgesinde eğitim ve bilim alanına özel bir önem atfediliyor. Böyle olmasına hem seviniyor hem de umutlanıyoruz. Vaatlerin kimisi çok abartılı ve seçim propagandası yapma amaçlı olsa da bizler, yine de iyimser olma tavrımızı korumayı sürdürmek istiyoruz. Aslında ülkemiz tarihi, eğitim ve bilim alanına siyasetin yoğun müdahalelerinin ve etkilerinin sürekli yaşandığı örneklerle doludur. Bu alanlar Cumhuriyet tarihi boyunca sadece ve sadece siyasetin oy devşirme aracı olarak görüldüler. Aradan geçen on yıllar ve yapılan yüzlerce seçimde iktidar olanların verdiği sözler tutulmuş, çocuklara yurttaş olmanın gerektirdiği sosyal ve kültürel haklar tanınıp, verilmiş ve uygulanmış olması gerekirdi.
Vaat edilip yerine getirilmeyen sözler nedeniyle işler ağır aksak yürümekte, çocukların kişilik gelişimleri bozuma uğramakta baş aşağı gidiş durdurulamamaktadır. Baş aşağı gidişi ayakları üzerine kaldırmak için yapılan düzenlemeler de siyasetin fayda sağlamaya dönük “toplum mühendisliği” niyetleri, “popülist” söylemleri, “yapboz” uygulamalarından dolayı yeterli olmamaktadır. Eğer eğitim ve bilimde yaşanan baş aşağı gidiş ayakları üzerine kaldırılmış olsaydı şimdi eğitimde ve bilimde modern dünyanın tartışıp konuştuğu ve yaşadığı gelişmeleri yakalamış yaşıyor olacaktık. Yazık oldu geçen yıllara. Haksızlık yapıldı çocuklara. Cehaletten arındırılamadı bu yüzden ülke. 21.yy cahiliye döneminde yaşanıp tanık olunan olayları yaşıyoruz hala. Onun için diyoruz ki eğitim ve bilim alanında nicelik kadar nitelik ve bilimsellikte önemli.
Eğitim ve bilim alanını salt niceliksel büyümeler ile ifade etmek, yukarıda örnekte yer alan sorunları kökten çözecek tedbirleri almada yavaş davranmak, nitelik dönüşümünde yaşanan durağanlığı görmemek, çözülmeyen sorunlarda faili başka yerlerde aramak bir gelenek ve alışkanlık hali oluşturmaya başladı. Örneğin, FATİH Projesinin neden çöktüğünü, gelecek yıl 5.sınıfları yabancı dil hazırlık sınıfı yapmaktan neden vaz geçildiğini, devamsızlık sorununun neden çözülemediğini, önce 600 olarak açıklanan sonrasında bin 367 çıkan “nitelikli” lise sayısının nasıl arttırıldığını da anlatmalıyız halkımıza. Bilme ve öğrenme hakları var yurttaşların bütün bu yaşananları.
Nicelikteki gelişme ve iyileşmeleri kendine propaganda malzemesi yapıp nitelik yoksunluğunun ve diğer sorunların failini başkalarında aramak kısa vadede siyasetin hanesine artı puanlar yazsa da orta ve uzun vadede kaybeden ülkenin geleceği olan çocuklarımız olacaktır. O nedenle niceliksel büyümelere yapılan vurgular ve övgüler kadar nitelik çıtasını yükseltmeye ve yukarıya örneği alınan “akçalı” ve “rant” kokan işlere, sorumluluklarımızı yerine getirmek için ne yapmamız gerektiğine hep birlikte kafa yormaya ve odaklanmaya ihtiyaç var. Çünkü burada söz konusu olan çocuklar ve hakları. Çocukları düşünmek, haklarını “ama” ve “ancak” demeden tanımak ve uygulamak ortak paydamız olmalı diyoruz. “Fırsat çeşitliliği içinde olanak eşitliği sunmalıyız bütün çocuklara” diyor Prof. Ali Baykal. Kulak kabartıp, değer vermeli ve önemsemeliyiz bilim insanlarının bu tür çağrılarını. Yoksa kurtulamayacak siyasetin tekçi ideolojik hegemonyasından, sığ ve kısır tartışmalarından okullarımız, üniversitelerimiz ve çocuklarımız.
Şimdi bütün toplum eğitimde görülen ve Cumhurbaşkanı tarafından da sürekli gündeme getirilen başarısızlık tablosunun sorumlularının kim ya da kimler olduğunu ve hangi yanlış politikaların sonucunda oluştuğunu sorgulama şansına yeniden ve erkenden kavuştu. Niceliksel büyümenin niteliksel sıçramaya neden etki etmediğini, çocuklara dayatılan ezbere, tekrara, seçmeye ve elemeye, eşitsizliğe ve ayrımcılığa dayanan uygulamaların nereden ve kimlerden kaynaklandığını öğrenerek tercihini ve iradesini yeniden belirleme olanağı doğdu. Bu yönüyle de 24 Haziran seçimlerinin tarihsel bir önemi ve anlamı var. Çocuklarımızın geleceğinin çalınmasına izin vermemelidir yurttaşlar.
Çocuklarımızın okullarda mutlu, ülkemizin geleceğinin aydınlık olması eğitim sisteminin hem nicelik hem de nitelik bakımından yeterli düzeye gelmesi ile doğrudan ilişkili olduğu herkesin kabulü ise o zaman salt niceliksel büyüme rakamlarını değil, nitelikte geldiğimiz yeri ve bu konuda neden yalpaladığımızı bütün yalınlığı ile anlatmalıyız topluma. Çocuklarımız iyiden, güzelden, barıştan, dürüstlükten, saydamlıktan, doğruluktan kısacası insanlıktan yana davranış kazansın istiyorsak niceliğin yanında niteliği de güçlendirecek eğitim ve bilim politikalarını açmalıyız tartışmaya. Zaman kaybına tahammülü yok eğitimin. Çocuklara eğitimde kaybettirilen her bir gün bir yıl demektir. Eğitimde başarılı olmalıyız mutlaka. Başaramazsak eğer başkaları giderken uzaya aya biz kalacağız böyle giderse yaya.