adscode

Gençler nasıl bir üniversite istiyor?

GENÇ-SEN yayınladığı araştırmada üniversitelerin içinde bulunduğu durumu gözler önüne sererek nasıl bir üniversite istediklerini şöyle sıralıyorlar;

Gençler nasıl bir üniversite istiyor?
Özel Eğitim

 

İşte GENÇ-SEN’nin açıklaması;

 

Uzun tarihsel süreç göstermiştir ki bilginin tekelde toplanması temel tahakküm ilişkilerinin başında gelmektedir. Egemen sınıf her daim biriktirilen/üretilen bilgiyi kendi kontrolünde tutmaya gayret göstermiş, kontrol dışı gelişen durumları ise baskı araçları vasıtasıyla engellemeye girişmiştir.

Üniversiteler toplumun ihtiyaçları doğrultusunda gerekli bilginin üretildiği ve toplum yararına sunulduğu merkezleri olarak çift yönlü bir silah gibidir. Egemen sınıfın hem en sevdiği ve en korktuğu kurumlardır. Tarihte istilacı devletler işgal ettikleri bölgelere üniversiteler gibi eğitim kurumları kurarak buraları kültürel olarak kontrol altına almaya çalışmıştır. Buna karşılık ezilenler buralarda örgütlenmiş ve bilim kendi şehitlerini vermiştir.

Adını çokça duyduğumuz Bologna gibi Paris ve Salermo üniversiteleri, gelişen bilimin kilisenin yalanlarını ortaya çıkarması sonucu, 11. yüzyılda kilise tarafından din ile bilimin kaynaştırılması esasına göre kurulmuştur. Her birinin başına getirilen kişiler bire bir kilise tarafından atanmaktadır ve böylece ideolojik hegemonyanın korunması hedeflenmiştir. Buradan hareketle üniversitelerin bir ideolojik aygıt olarak egemen sınıf açısından işlevini görmek mümkündür.

YÖK ise tamamen yukarıdaki gerekçeler esas alınarak kurulmuş ve tüm karşı duruşa rağmen bugüne kadar gelebilmiştir. Bunu o kadar açıktan ve bir o kadar da anti-demokratik biçimde gerçekleştirmiştir. Tüm işleyiş MGK içerisinde konuşulmuş, resmi gazetede yayınlanarak devreye sokulmuştur. Bu dönüşüm ancak darbenin akabinde sıkı yönetim koşullarında gerçekleştirilebilmiştir.

YÖK bir baskı aygıtının yanı sıra bir ideolojik aygıttır da. Resmi ideolojinin temel saikleri müfredata işlenmiş ve öğrencilerin eğitim yöntemlerinden, değerlendirme ve araştırma yöntemlerine kadar her şey YÖK’çe ‘çerçevelendirilmiştir’. 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu uyarınca üniversiteler “ Atatürk ve Türk milliyetçisi, Türk milletinin milli, ahlaki, insani ve manevi kültürel değerlerini taşıyacak nitelikte öğrenci ve bilim insanı yetiştirilmesini temel ilke kabul eden” şovenist kurumlar haline getirilmesi hedeflenmiştir.      

Dünya 70’lerde reel sosyalizmin çöküşüyle de ivmelenen bir yeni-liberal dönüşüm sürecine girmiştir. Türkiye’de bu süreci ancak 80 darbesiyle birlikte yakalayabilmiştir. YÖK bu süreçteki misyonu ile sermaye sınıfı açısından karşı konulmaz bir araçtır. Üniversiteler tek kalemde paralılaştırılmıştır. Sermaye politikaları ardı ardına uygulanmaya başlanmıştır. Özel üniversiteler, ARGE’ler YÖK’ün yönetmelikleri ile kurulmaya başlanmıştır.

İktidar sahiplerinin herhangi bir fiili durum olmaksızın YÖK gibi kendileri açısından oldukça işlevli olan bu kurumun kaldırılabileceğini ağızlarına dahi almaları mümkün değildir. 29 yıl boyunca yürütülen mücadelenin bir eseri olarak YÖK’ün bilincinde olan ve sınıfsal bir çıkarı bulunmayan neredeyse herkes bu darbe kurumuna karşı görüş beyan etmektedir.

 

*****

Küreselleşme ve Uluslararasılaşma ile Kastedilen Nedir?

Türkiye’den ve dünyanın çeşitli üniversitelerinden rektörlerin, öğretim görevlilerinin ve hatta Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün toplanıp üniversiteler hakkında, öğrenciler olmadan karar alma teşebbüslerinden biri daha olan bu toplantıda konuşulacak konu başlıklarından biri “Küreselleşme ve Uluslararasılaşma”. İlk duyulduğunda kulağa hoş gelen bu kavramların altında ne yatar, alt başlık olarak belirlenen cazibe odaklılık, mobilite, mega üniversite gibi kavramlarla yaratmak istedikleri “yeni üniversite” neyi kapsar, bir bakmak gerekir.

Sınırların ortadan kalkması ve ülkelerin birbiri ile iç içe girmeleri gibi cümlelerle süslenerek açıklanan küreselleşme kavramının aslında sermayenin dünyada serbest dolaşımını, yani tam serbest piyasa ekonomisini kapsamakta olduğu artık aşikardır. Yeni çağı bilgi çağı olarak tanımlayan Avrupa, bu bağlamda bilgiyi metalaştırma ve bilgi sektörünü küreselleştirme uğraşındadır. Bu amaç doğrultusunda ortaya çıkan Bologna Süreci ile üniversitelerde üretilen bilgi, bilim dışı, yalnızca sermayenin amacına hizmet eder niteliğe büründürülmeye çalışılmaktadır. Kongrede konuşulacak alt başlıklardan “mobilite, mega üniversite, cazibe odaklılık” gibi kavramlarla ve Bologna Süreci ile varılmak istenen nihai hedef üniversitelerin sermayenin tekeline alınmasından başka bir şey değildir.

Üniversite yönetimlerinin mütevelli heyetlerine teslim edilmesi, üniversitelerde sermayenin tahakkümünün arttırılması gibi bugün karşımıza çıkan belli başlı sorunlar bu kongrede resmiyete dökülecektir. Eğitimi bir pazara dönüştüren akıl, aynı zamanda onu bir yatırım aracı olarak görmekte ve öyle görülmesini sağlamaya çalışmaktadır. Böylece bilgi, ileride kar olarak dönecek bir yatırıma dönüştürülmektedir.  Bilgiyi bilimsellikten uzaklaştıran bu yöntemle üretilen bilgi de halkın değil, sermayenin hizmetine sunulmaktadır. Peki bu ne demektir? Sermayenin hizmetine sunulan bilgi elbette ki sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillenecek ve öyle kullanılacaktır. “İhtiyaç” olduğu savunulan bilginin üretimi için yatırıma devam edilecek, “ihtiyaç olmayan” bilgi piyasada yer bulamayacaktır. Bunun da sermayedarların çıkarlarına göre üniversitelerde bölümler  açılması ya da kapatılması demek olduğu açıktır. Açılan bölümlerde öğrenciler “kariyer günleri” ile daha öğrencilik günlerinde piyasanın kucağına itilecek ve piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmeye yöneltilecektir. Eğitimi bir yatırım aracına dönüştüren zihniyet elbette ki üniversiteyi de “cazibe merkezi” haline dönüştürmek durumundadır. Bu yolla “işe yarar” eğitim veren üniversiteler gözde üniversiteler olacak ve paralı eğitimin önü açılacaktır.

Bugün de “Her ile bir üniversite açmakla” övünen iktidarın icraatlarından gördüğümüz gibi üniversite sayısının artırılması, öğrenci kontenjanlarının artırılması gibi konularla gündeme gelen “mega üniversite” kavramı anlaşılan o ki gençliği bir müddet daha eğitim hayatının içinde tutmayı planlamakta, böylece genç işsizliğin üzerini örtmeyi amaçlamaktadır.

Bologna Süreci ile üniversitelere sokulmak istenen sermaye ve bilginin dolaşımı gibi kavramların alt metni bugün öğrenci gençliğin 6 Kasım’larda ve her gün sokaklarda haykırdığı parasız, bilimsel eğitimin ve söz hakkının önünü kesecek uygulamalarla doludur. Sermayenin küreselleşmesi bağlamında bilgiyi de küreselleştirip sermayenin hizmetine sokmayı amaç edinen bu kavramlar tümüyle Bologna Süreci’ni anlatmakta ve bu da tam manasıyla halkın değil sermayenin yararına eğitimi meşrulaştırmak anlamına gelmektedir.

 

Yükseköğretimde Kalite Güvence Sistemi Hakkında

Uluslararası Yükseköğretim Kongresi’nde konuşulacak bir diğer konu ise yükseköğretimde kalite güvence sistemleri olarak belirtilmiş. Bu konuda üniversitelerdeki kalite güvence sistemlerine değinmeden önce tanımını yapmak gerekmektedir.

Kalite güvence sistemi nedir?

 

 

*****

KALİTE GÜVENCESİ KAVRAMI

 

Kalite güvencesi bir ürün veya hizmetin kalite konusunda belirtilmiş gerekleri yerine getirmesinde yeterli güveni sağlamak için uygulanan planlı ve sistematik etkinlikler bütünü olarak tanımlanmaktadır. Temelinde ürün ya da hizmetin geçtiği tüm aşamalardaki talimatlar, görev ve sorumluluk tanımları vb. ile belgelendirmesi, çalışanların eğitilmesi ve kalite konusunda bilinçlendirilmesi ile kalitenin planlanan düzeyde en az kaynak kullanımıyla korunması yatmaktadır. Kullanıcının gereksinimleri tam olarak ve belirlendiği şekilde karşılanmadığı sürece kalite güvencesi sistemi tanımlanmış sayılmaz.

Kavramda da belirtildiği gibi kalite güvence sistemi genel olarak şirketlerin ürün ve hizmet konusunda üst düzey verim alma adına planlı ve sistematik etkinlikleri konu ediyor. Belirli bir kalite düzeyine gelinmesi için en az kaynak kullanılmasını amaçlayan kalite güvence sistemi yükseköğretimin egemenler açısından ele alınışını net göstermektedir.

Uluslararası Yükseköğretim Kongresi’nin resmi web sitesinde konu ile ilgili amaç ise şu şekilde belirtilmiştir:

Bu alan altında yükseköğretimde kalite güvence uygulamaları, akreditasyon, mesleki ve yapısal yeterlilikler, yetkinlikler, üniversitelerin sıralanması gibi konuların tartışılması hedeflenmektedir. Yükseköğretim kurumlarında ortak kalite düzeyini yakalamak, mezun edilen öğrencilerin aynı mesleki yetkinlik düzeyine sahip olması, yükseköğretim kurumlarının bu kapsamda kendi yetkinliklerinin belgelendirilmesi, ilgili değerlendirme kriterlerinin belirlenmesi, üniversitelerin bu kapsamda sıralanması vb. gibi alanlara odaklanılması düşünülmektedir.

Yukarıda amaç olarak belirtilen kriterler YÖK’ün kendi temsiliyetini sürdürmesi amaçlanarak hazırlanan maddeler olarak hazırlanmıştır. Amaç kısmında geçen mesleki ve yapısal yeterlilikler ya da mezun edilen öğrencilerin aynı mesleki yetkinlik düzeyine sahip olması gibi konular, yükseköğretimde kalite ve güvence sistemleri gerçekleştirildiğinde sonuç vereceği planlanmaktadır. Burada bahsi geçen yeterlilikler ya da mezunların aynı yetkinlikte olması belirlenirken, yükseköğretimin şirketlere veya sermaye gruplarına yetiştirmesi planlandığı mezunlarla ilgili kriterler konu edilmiştir. Dolayısıyla bu kriterlerin belirlenmesinde üniversitelerin verdiği mezunların sosyo-kültürel gelişimleri ya da üniversitede eğitimini aldıkları bölümlerde bilimsel üretimin geliştirilmesine dikkat çekilmemiştir.

Kalite güvence sistemleri konusunda bir diğer gözardı edilen konu ise üniversitelerin altyapı sorunudur. Türkiye’de “Her İle Bir Üniversite” başlığı altında başlatılan uygulamada son 7 yılda toplamda 78 yeni üniversite açılmıştır.

 

 

Bunların büyük çoğunluğu da vakıf üniversiteleridir. Hiçbir altyapısı olmayan, niteliksiz üniversiteler birbiri ardına açılırken bazı üniversitelere binası olmamasına rağmen rektör dahi atandı. Olmayan bölümler varmış gibi gösterilerek kuruluş aşamaları alelacele tamamlandı. Bursa Teknik Üniversitesi’nin rektörünün oluşu fakat dersliğinin olmayışı, Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne DGS ile geçiş yapan bir öğrencinin aslında böyle bir bölümün kağıt üzerinde var olduğunu öğrenmesi, gelinen noktanın belirgin sonuçlarındandır.

Başbakan ‘herkes eğitim alabilsin’ yalanı altında yeni üniversiteler açarak ve kontenjanları arttırarak genç işsiz rakamlarındaki 1-2 puanlık düşüşü sağlamaya çalışıyor. Fakat geçici bir çözüm olan kontenjan arttırma stratejisi bir yandan da eğitim almış genç işsizleri yaratmaya devam edecektir.

Sonuç olarak kalite güvence sistemleri başlığı altında konuşulması planlanan konular üniversitelerdeki altyapı sorunlarını çözmekten uzak, sermaye gruplarının şirketleri için belirledikleri uygulamaları yükseköğretim koşullarına uygulamasıdır. Şirket mantığının empoze edilmesi hedeflenen üniversitelerde bilim üretiminden uzaklaşılması ve eğitimin tekdüzeleştirilmesi, üniversitelerin toplum açısından esas işlevini yitirmesini göstermektedir.

 

*****

Sanayinin Arka Bahçesi Üniversiteler

 

Üniversitelerde, dünya üzerinde yayılan liberal politikalarla birlikte oluşturulmaya çalışılan sermaye-üniversite işbirliği topluma güzellenmeye çalışılıyor. İşsizliğin sebebi olarak gösterilen eğitimsizliği bu yolla aşabileceğini söylüyor hükümetler. Buradan hareketle de rektörleri sanayicilerle el sıkışırken görüyoruz sürekli.

Paket eğitim programları ve sanayicilerle yapılan anlaşmalar, gençliğin dinamizmini sermaye sınıfının kullanımına açmaktadır. Bilim üretilen alanlar olması gereken üniversiteler, bu yolla, sanayinin araştırma ve geliştirme ihtiyacını karşılamak üzere oluşturulmuş alanlar halini alıyor. Toplumdan kopmaya başlayan üniversiteler ise paralılaştırılarak bu kopma hızlandırılıyor ve sadece bir kesime açık hale getiriliyor. Üniversitelerde sermayenin sponsorluğu olmadan üretim yapılamaması toplumun büyük bir kesiminin bilgiden yararlanamamasına ve sermayenin desteği olmadan bilim yapılamamasına yol açıyor. Sadece ezbere dayalı derslerle bilgi üretimi yerine bilgi tüketimini geliştirmekte ve değiştirebilen özneler yerine sadece tüketen bireyler yetiştirmektedir. Üniversitelerde rekabetçi eğitim modeliyle kapitalizmin istediği bireysel çıkarlarla donatılmış insanlar yetiştiriliyor.

Üniversiteler öğrenci gençliğin hareketliliğinden, “topluma hizmet” gibi uygulamalarla faydalanmakta ve toplum içinde sınıfsal farklılıklardan ötürü ortaya çıkan birçok çelişkiyi ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Kapitalizmin içinde var olan çelişkilerin basıncını bu yolla gidermeye çalışan egemenler, bu uygulamalarla öğrenci gençliğin enerjisini sömürmekte ve sönümlendirmektedir. Özne olmanın gereklerinin disiplin yönetmeliğince suç olduğu bir eğitim sistemi sadece iş dünyasına eleman yetiştirir. Ancak öğrenciler değiştirebilme gücüne sahip dinamik bir kategoridir. Araştırmacı ve sorgulayıcı özelliğinden doğan bu güç, ticarethaneye dönüştürülen üniversitelerde sürekli olarak törpülenmektedir.

 

Bu gerçeğin aksine bizler, üniversiteleri, toplumun yararına olacak bilgiyi üreten yerler olarak tanımlıyoruz.  Ancak, kapitalistler üniversiteleri sanayinin arka bahçesi olarak konumlandırmaktadır. Bunun karşısında bizler diyoruz ki;

Üretilen bilgi sermayenin daha çok nasıl para kazanabileceği için değil bizzat toplumun gelişimi ve ihtiyacı doğrultusunda kullanılmalıdır.

Eğitim sermayenin güdümünden ve YÖK’ün baskısı altından çıkarılıp, toplumun hizmetine sunulmalıdır. Parasız eğitim sağlanarak toplumun tüm kesiminin eğitim hakkının karşılanması sağlanmalıdır.

Üretim ve eğitimin bir arada yapıldığı iddiasıyla sömürü düzenini geliştiren bir model yerine, akademisyenlerin de özgür bir ortamda araştırma yapabildiği ve öğretirken öğrenebildiği bir eğitim sistemi olmalıdır.

İnsanlık Tarihi Boyunca Süregelen;

Bilim, Eğitim ve Üretim Diyalektiği

Bu konuyu ele alırken bilim ve teknoloji kavramlarına açıklık getirerek başlamamız durumu kavramamızı kolaylaştıracak, tartışmaları daha arı hale getirecektir.

Bilim; İnsanlığın tarih boyunca, karşılaştığı soru ve sorunlara insanlığın ürettiği çözümlerin birikimi, bir disiplin içerisinde düzenlenmesi, yeni soru ve sorunlara tarihsel birikiminden faydalanarak çözüm arayışıdır.

Teknoloji; Şirketlerin veya daha genel hali ile sermayenin özel olarak ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilen, emek gücünü olabildiğince devre dışı bırakarak üretimde maliyeti düşürmeye odaklı veya kar kaygısı doğrultusunda üretilen yeni çağ tüketim mallarının belli başlı kolaylıklar sağlayacak şekillerde geliştirilmesi dışında hiçbir ihtiyacı karşılamayan teknik gelişmelerdir. Topluma sunulmaz, paylaşılmaz, ayrıca araştırmayı-geliştirmeyi finanse eden şirketin mülkü olarak ilan edilir, rekabette elini güçlendirmesi amacıyla kullanılır, “sahibinin” biçtiği değer üzerinden piyasaya sunulur.

 

*****

Eğitim Sisteminin Mevcut Yapısı ve Hedeflenen Yeniden İnşa

 

1980 darbesi ile YÖK ile yapılandırılan mevcut eğitim sistemi;

Öğretim üyelerinin ve öğrencilerin özgürce çalışma yapacakları alanları seçebilmeleri ve çok yönlü araştırmalar gerçekleştirerek tartışabilmeleri kısıtlandı.  –Anayasa’nın 130. Maddesi “Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler. Ancak bu yetki, devletin varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin ve bölünmezliği aleyhinde faaliyette bulunma serbestliği vermez. – gibi keyfiyetle esnetilebilen bir çerçeve çizilerek YÖK’ün diktası pekiştirildi.

 Ayrıca gençliğin 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’yla -Atatürk ve Türk milliyetçisi, Türk milletinin milli, ahlaki, insani ve manevi kültürel değerini taşıyacak nitelikte öğrenci ve bilim insanı yetiştirilmesini temel ilke kabul eder.-

 

denilerek müfredata yedirilen şovenizmle yetiştirilmesi amaçlandı.

Sermaye sınıfının talepleri doğrultusunda insanlar yetiştirilmek için öğrencilerin yaşamları yeniden şekillendirildi. Ben merkezcilik ve bireysellik beslenerek rekabet en önemli, en doğal olgu olarak gençliğe dürtüldü. “Bilgi toplumu” kavramı ile bilgi (ki bu bilgi de konuya dair en temel, en basit bilgi) meta haline getirilerek paran kadar alabileceğin ve paran kadar “bilgi toplumu”na dahil olabileceğimiz güzellendi. Kısacası bütçeye uygun bir paketi satın alındığı “yüce” bir “bilgi toplumu” yaratıldı.

İsmi, Logosu İle Değiştirilen YÖK ve Girişimci Eğitimi, Yeni Yapılanması ile Topluma Yabancılaşan Yükseköğretim;

YÖK 1980 darbesinden sonraki süreçteki misyonunu hemen hemen tamamlamıştır. Türkiye Üniversite gençliğinin onlarca yıllık mücadele birikimini ve üniversitelere sağladığı görece özerklik ve demokratik ortam üniversite gençliğinin yarattığı kültür, YÖK eli ile zor kullanılarak üniversitelerden uzaklaştırılıp, sermayenin kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirebilmek için rahatça hamle yapabileceği duruma getirildi.

Mevcut tartışmalar yükseköğretimin doğrudan sermayenin güdümüne nasıl teslim edileceğine dair tartışmalardır. İnsanlığı tarih boyunca oluşturduğu ve oluşturmaya devam ettiği bilim halkın elinden alınıp, sermayenin hizmetine sunulmaktadır.

Artık sermayenin çıkarları, bilimin ve toplumun çıkarlarıymış gibi gösterilerek, mütevelli heyetleri oluşturularak üniversite yönetimine dahil sermaye temsilcileri doğrudan üniversiteleri yönetecek onların taleplerine göre kontenjanlar belirlenecek, bölümler açılacak veya kapatılacak, müfredatlar düzenlenecek vb… Eğitim paketler halinde, düşük maliyet-yüksek kar ilkesinden kaynaklı giderek basitleşerek satışa sunulacak.

Eğitim hayatı boyunca bu bilgileri satın alan ve biriktiren kişiler ise sonra bunları piyasaya sürerek hayatını idam ettirecek. Lakin “yaşam boyu öğrenim” ilkesi, kişinin ömrü boyunca bilgi piyasasına harcama yapmasını hedeflemekte. Bu durum ise önce yatırım yapıp sonra bunu piyasaya tekrar sürme hayalleri kuranlar açısından tam bir hüsrandır, çünkü ne yaparsa yapsın lisans, lisans üstü programlar, sertifikalar, eğitim kursları, sınavlar vb… yöntemlerle piyasa, kişiyi maddi ve manevi olarak sürekli sömürecek, dolayısıyla hiçbir zaman kişiyi “yetkin” görmeyecektir.

İnovatif Üniversite kavramı ise toplumu sürekli tükettirmeye yöneltmenin sosyolojisini inceleyen, mühendisliğini yapan bilimi tamamen “Araştırma-Geliştirme” mantığına indirgeyerek çalışma yapan ve kendisini sürekli yeniliyormuş gibi yapıp ama özü hiç değişmeden kendini tekrardan “cazibe merkezi” haline getiren ve tekrar tekrar pazarlayan “üniversite” demektir. Kısacası üniversiteleri sermaye sınıfının her türlü çıkarı doğrultusunda çalışmaların yapıldığı bir kampa çevirip, o kampa, insanların para vererek girmeye can atacağı, bir ambalaj geçirmektir.

 

*****

Tüketici Değil, Öğrenen/Öğreten Akademik Özneleriz

 

Bilim dar bir grubun değil, tüm toplumun kolektif bir şekilde bağrında yeşerttiği ve insanlık tarihinin bugüne kadar biriktirdikleriyle var olmaktadır.

 

Bilimi toplum üretmektedir, küçücük bir zümrenin tekelinde kalması mümkün değildir, toplumun tümünün çıkarları doğrultusunda geliştirilmeli ve hiçbir çıkar gözetmeksizin toplumun hizmetine sunulmalıdır.

Bu ise toplum için toplumdan öğrenen, topluma öğreten, toplum için üreten ve toplumun hizmetine sunan öznelerle mümkün olacaktır.

Bütün bir özneleşme ancak ona imkan tanıyacak/sevk edecek bir yapı ile ve bu yapılanma süreciyle mümkün olacaktır. Bahsettiğimiz yapı temelinde tahakküm ilişkilerinin ortadan kaldırılmasını ilke edinmelidir ki özgür bir gelişim gerçekleşebilsin. Frier günümüz eğitim sisteminde öğretmen-öğrenci ilişkisini bir ezme-ezilme ilişkisi olarak tarif eder. Halbuki olması gereken ilişki öğretmen-öğrenciler; öğretmenler-öğrenci biçiminde olmalıdır. Yani sınıfın tamamı öğreten ve öğrenen pozisyonunda olmalıdır. Bu yapıda her iki tarafta üretim sürecinin eşit birer öznesi olabilecek, kolektifin olgun, gerçek ihtiyacı doğrultusunda eğitim/üretim gerçekleşebilecek.

Bu yapı dolaysız olarak yönetsel eşitlik ile gerçekleşebilir. İşte bu kurguya özerk üniversitenin inşası diyebiliriz. Aynı anda hem birbirleri, hem kendileri için akademi içerisinde bulunan öznelerin kolektivitesi toplumsal yaşamın gerçek ihtiyaçlarını herhangi bir manüpülatif yönlendirme olmaksızın saptayabilecektir. Akademi dışarısından dar çıkar gruplarının tahakkümüne karşı özerk yapısı sayesinde korunan yeni yapı, bilimin özgürleşmesi adına en önemli adımlardan birini teşkil edecektir.

Gelinen aşamada özerk üniversite ile ilgili bir başlıkla daha karşılaşıyoruz. Özerklik ön koşul akademi dışarısından gelebilecek özgür düşüncenin mahkumiyetine yönelik etkilerden korunmasıdır. Sermaye sınıfı bugün olduğu gibi, yeni yapıda da üretimin kendi sermayelerinin yeniden üretimine yönelik şekillenmesini isteyecek, her türlü saldırıyı gerçekleştireceklerdir. Olması gereken ilk akla gelen gibi üniversitenin dışarıya karşı bütünüyle yalıtılması ve korumaya alınması değil, aksine toplumla kaynaşması, bir bütün oluşturması şeklinde olmalıdır. Çünkü nasıl toplumun ihtiyaçlarından ayrıksı gelişen bir bilimden bahsedemiyorsak, topluma, ezilenlere karşı kayıtsız bir özerklikten de bahsedemeyiz. Diğer durum ancak bir entel lafazan topluluğundan, fildişi kulelerindeki bir grup körden başka bir şey olamaz.

 

Üretken Eğitim/Eğitken Üretim

 

Bugün üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet sahipleri, bilgiyi de özel mülkiyetlerine almaya çalışmakta ve dolayısı ile eğitimi kapitalist üretim ilişkileri üzerinden şekillendirmeye çalışmaktadır. Aslında bu durum eğitim ve üretimin bağının temel göstergesidir.

Üniversitelerin gerçekleştireceği bilimsel üretim ne kadar özgün olursa olsun temel iktisadi ilişkiler kapitalist olduğu sürece, demokrasi ve özerklik talebi bir nebze yol kat etmiş olsa dahi baskı altında kalmadan bilim insanlarının gerçekleştireceği çalışmalar bir süre sonra sermayenin çıkarlarına ters düşecek ve akademik alanda karşı tezlerle etkisizleştirilmeye, üretilen bilginin topluma yayılmasının önüne geçilmeye çalışılacaktır. O nedenle varlığını sürdürebilmesi için eğitimle üretimi iç içe ele almalıyız. Biz bu ilişkiyi güçlendirdikçe eğitime zihinsel, estetik, bedensel bir nitelik kazandırabilmenin, üretim ve eğitimdeki yabancılaşmanın önüne geçmenin koşullarını yaratabileceğiz.

 

Devlet Üniversiteleri Özelleştiriliyor, Vakıf Üniversiteleri Nereye “Yöneliyor”?

Türkiye’de her ile bir üniversite kampanyası ile her gün açılan üniversitelerin büyük çoğunluğunu artık vakıf üniversiteleri oluşturuyor. Mütevelli heyetiyle, vakıfa bağlı olarak yarı özel formda açılan bu üniversiteler hem açılışlarında devlete yük olmuyor, hem de üniversite kapılarında elemeci sınav sistemiyle yerleşemeyen öğrencilere paraya eğitim satıyor. Fahiş fiyatlarla öğrenci gençliği üniversiteli yapmanın kolay yolu gibi görülünen vakıf üniversiteleri modeli,  üniversitelerini ticarethaneye dönüştürüyor, YÖK ise devlet üniversitelerini de vakıf modeline çevirme planları yaparak eğitimden kar sağlama yolunu arıyor.

 

*****

Vakıf Üniversitesi nasıl bir “İşletmedir”?

 

Vakıf üniversitelerde en belirgin konulardan biri mütevelli heyet sistemi. Bu sisteme göre üniversiteyi kuran sermaye sahipleri ve yine bunların belirleği heyet ile yönetilen üniversiteler, YÖK’ün işletmesinden sermayenin işletmesine devrediliyor. Özerk, demokratik üniversite taleplerine karşılık, eş değer tutulmaya çalışılarak ortaya konulan mali özerklik, mütevvelli heyete aktarılarak, üniversitelerde YÖK etkisi sözde azaltılıyor.

Mali özerklik ise kökünde üniversiteleri bağımsızlıştırmaktan ziyade eğitimin fahiş fiyatlara satıldığı bir ticaret düzenini ortaya koyuyor. Bugün üniversiteye girmek isteyen öğrenciler rekabetçi eğitim koşullarında girdikleri sınavlar sonuçlarıyla, devlet üniversitelerine yerleşemiyorlarsa, para vererek eğitim alması sağlanıyor.

Öğrenciler üniversitelerde alışveriş merkezlerinden önce, iş istiyor, geleceğini istiyor!

Ancak atlanan asıl konu şu ki; bugün Türkiye’de % 22lere ulaşan genç işsizlik oranlarının büyük çoğunluğunu üniversite gençliği oluşturuyor ve bu oran gittikçe artıyor. Her gün açılan üniversitelerden mezun olanalara iş yok! Bu sebeple vakıf üniversitelerinden mezun olanlara sıra gelme oranı yaklaşık üç katı kadar azalıyor.

Kentin en ıssız bölgelerine kurulması tercih edilen vakıf üniversitelerinin kampüslerinde alışveriş merkezleri kuruluyor, üniversite kampüsleri kazanç kapısına dönüştürülüyor. Bir öğrenci vakıf üniversitesini burslu kazanış olsa dahi, yaşam koşullarının pahalılığı burslu bir öğrencinin dahi okumasını engelliyor.

Parası olana şifre, Parası olana eğitim!

İşte vakıf üniversitelerde mali olarak sağlanılan özerklik, devlet üniversitelerinde de uygulanarak, üniversite yönetimleri sermayeye devrediliyor. Baskıcı, antidemokratik, bilimsellikten uzak eğitim YÖK elinden çıkmış gibi görünerek,aynı işleyişin ürünü olan bir heyete nakledilmiş oluyor.

Yalnız parası olana eğitimin verildiği bu modelde demokrasi ise YÖK işleyişinden farksız şekilde olmasına rağmen, taleplerimize karşılık gibi gösteriliyor. Tıpkı üniversite sınavına çıkan şifrelerde de olduğu gibi parası olana eğitim hakkı veriliyor.

Lüks otellerde toplantı yapılmasına gerek yok! Üniversitelerin öznelerini talepleri nettir;

 

Üniversitelerde mali özerkil değil, idari özerklik istiyoruz. Bilimsellikten uzak antidemokratik eğitim sistemi mali özerkik ile değil, tüm kurullarıyla özerk olan bir yönetim ile değiştirilebilir.

Üniveristeleri YÖK’ün ya da sermaye sahibi patronların değil asıl öznleri olan öğrencilerin, öğretim kadrosu ve idari personelin söz yetki karar haklarıyla yönetmesini istiyoruz.

Yalnız parası olanların okuyabildiği bir model değil parasız eğitim istiyoruz. Vakıf üniversiteleri modeliyle işletilen sistem sermaye sahibi olan heyetin belirlediği fahiş ücretlerle verilen eğitim,yalnız parası olanlara sunulamaz. Eğitim herkes için eşit ve parasız olmalıdır. Asıl gerekli olan merkezi bütçenin eğitime ayrılan kısmının artırılmasıdır.

Diplomalı işsiz olmak istemiyoruz. Her geçen gün açılan üniversitelerin mezunlarını her geçen gün büyüyen bir işsizlik ve geleceksizlik bekliyor. Elemeci sisteme göre sıralamaların en üst sıralarında “en iyi” devlet üniversitelerindeki öğrenciler iş bulamazken, geleceksizlikle karşı karşıyaken, vakıf üniversitelerinin hiç bir gelecek vaat eden pozisyonu yoktur. Üzerine para verilerek girilen, açık bi sömürü ile işletilen üniversitelerden mezun olup işsiz kalmak istemiyoruz.

Şekli değil kökten değişim sağlanmalı, tüm özneler söz,yetki, karar hakkına sahip olmalıdır.

Bu talepler doğrultusunda her gün açılan vakıf üniversitelerinin, okumak isteyen öğrencileri sömüren bir kapı olmaktan öteye gitmediği açıkça ortadadır. Sermaye sınıfının yönetimine devrederek bir demokrasi ortaya konulduğu sanılsada mali olarak sunulan bir özerklik antidemokrasinin ötesidir. Bu sebeple bizleri bu şekli değişikle kandırmakla uğraşılacağına, YÖK’ün kökten yapısı değişmelidir. Bu değişim üniversite yönetimlerinin egemenler arasında el değiştirmesi ile değil, asıl öznelerin söz, yetki ve karar haklarının verilmesi ile sağlanabilir.

 

*****

Yükseköğretim, Öğrenci ve GENÇ- SEN

 

YÖK’le birlikte öğrenciler sermayedarlar tarafından tahakküm altına alınmaya çalışılmış, eğitim ve öğretim bu doğrultuda düzenlenmiştir. Dolayısıyla Yükseköğretim doğrudan öğrenci ve sermaye arasındaki ilişkiyi düzenlemeye çalışmaktadır. Bu düzenleme gerçekleşirken Üniversite içerisindeki yaşam alanları, öğrencilerin temsiliyeti, eğitimin nasıl olması gerektiği gibi konular da sermaye lehine revize edilmektedir.

Üniversite yönetiminde öğrencilerin söz hakkının olmaması içerisinde bulunduğumuz yüzyılda demokrasi adına geri bir tutum olduğu anlaşıldı ki son bir sene içerisinde Öğrenci Konseyleri ve Öğrenci Temsilci kurulları gündeme geldi. YÖK’ün yeniden yapılandırılması söz konusu olduğundan itibaren Öğrenci gençliğin asıl temsilcileri biz Öğrenci Gençlik Sendikası ve örgütlü öğrenciler senelerdir haykırdığımız gibi yine YÖK’ün kaldırılması gerektiğini söyledik.

Öğrencilerin yaşam alanlarına dair, eğitim alanına dair konular gündemde olduğu vakit Genç- Sen’in öğrenci temsilcisi olarak bu sürecin doğrudan muhatabı olması gerektiğini söylüyoruz. Öğrenciden yana çalışma yürüttüğümüz meşru yolumuz egemenlere korku salmış olmalı ki tüm aygıtları ile Öğrenci Gençliğin Asıl temsilcilerinin karşısında kendi jaguarlı temsilcilerini çıkardı. Fakat bu sözde temsilcilerin de üniversitelerdeki gerçeği yansıtmadığı, öğrencilerin çoğunluğunu temsil etmediği ortaya çıktı.

 

Nitekim sermayedarlara karşı, YÖK’ün karşısında mücadele eden Öğrenci Gençlik Sendikası’nda örgütlenmek isteyen öğrencilere, çalışma yürüten öğrencilere soruşturmalar açıldı.

Tüm bunların karşısında Genç-Sen üniversitelerinde “ SÖZ HAKKINA” sahip çıkıyor, hiçbir öğrencinin “ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEĞİNİ” söylüyor.

Yükseköğretim öğrencilerin “düşünce ve ifade özgürlüğü” içerisinde yaşamasına da engel olmaya çalışıyor. Bunun birçok örneğini öğrenci kültür merkezlerinin kapanmasıyla, okullarda spor, dans ve kariyer odaklı kuluplerin sadece faaliyet yürütebilmesiyle anlıyoruz. Düşünce ve fikir kulüpleri, örgütlü öğrencilerin kurdukları kültür sanat kulüpleri dahi teker teker kapatılmaya çalışılıyor.

Sermaye lehine öğrencileri örgütlemeye çalışanlar, öğrencilerin hakları için mücadele etmesi, örgütlenmesini engellemeye çalışıyor. İş piyasasına mezun işsiz olarak çıkacak olan öğrenci gençliğin, sermaye ile arasındaki geçişkenliği sağlamak için kariyer günleri düzenleniyor. Sanki herkesin iyi bir kariyeri olacakmış gibi. Fakat yine görüyoruz ki açıklanan Genç- İşsizlik oranlarına göre gerçek bu değil. Her 5 gençten 1’i işsiz.

Bu yüzdendir ki Genç-Sen okullarında, karşılaşacakları işsizliğin karşısında gelecekleri için öğrenci gençliği örgütlemeye, daha fazla bir araya gelmeye devam edecek.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :


Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)