Mülakat sistemi nitelikli öğretmen, memur arama macerasını bitirdi. Şimdi nitelikli torpil arama derdi başlamıştır. Millete hayırlı uğurlu olsun!
Mülakatla öğretmen alımını eleştiren Koncuk, şöyle konuştu: “Tarihte ilk kez mülakatla öğretmen alımı yapılıyor. Mülakatla öğretmen alımını nasıl kabul edebiliriz? Bu konuyu Milli Eğitim Bakanıyla da konuştuk, endişelerimizi kendisine ifade ettik. Mülakatla öğretmen alımı hakkında çok sayıda açıklama yaptık. İsterse iyi niyetle yapılsın, mülakatın doğru matematiksel sonuçlar vermesi mümkün değildir. Bakınız; 3 ayrı komisyon kuralım. 3 komisyonun karşısına da bir adayı çıkaralım. Emin olun 3 komisyon bu kişiye farklı farklı not verir. Mülakattan adaletle değerlendirme sonucu çıkmaz, mülakat asla bilgiyi ölçmez.
Sayın Bakan; ‘Biz mülakatla nitelikli öğretmen tespit ediyoruz’ diyor. Sayın Bakan’a sesleniyorum: Eğitim fakültesini kazanana kadar çocuğun alnının damarı çatlamış, gitmediği kurs kalmamış, eğitim fakültesini kazanmış, 4 yıl okumuş, mezun olmuş, KPSS’ye girmiş, bu sınavı da kazanmış, ardından öğretmen alan sınavına girmiş, bu sınavı da kazanmış. Buna rağmen mülakatla öğretmen alacaklarını söylüyorlar. Bakınız; bir öğretmen KPSS’den 97 puan almış, Türkiye 77’incisi olmuş. Mülakatta bu kişiye 47 puan vermişler. Şimdi mülakat nitelik ölçer mi?
Mülakatla öğretmen alımında kimse çalışmayacak. KPSS’de 50 puan alan mülakata girecek. ‘Emmioğlu siyasi partinin il başkanını tanıyor’ denilerek, herkes torpil peşinde koşacak. Mülakat sistemi nitelikli öğretmen, memur arama macerasını bitirdi. Şimdi nitelikli torpil arama derdi başlamıştır. Millete hayırlı uğurlu olsun! Öğretmenlik toplumda fonksiyonu gereği en önemli mesleklerden birisidir. Öğretmenlik, peygamberlik mesleğidir. Ulu Önder Atatürk, “Muallimler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır’ demiştir.”
Biz 50/d’nin ortadan kaldırılmasının mücadelesini verirken, 33/a’lı insanları 50/d’ye geçirmek üniversitelerin misyonuna yakışmaz.
Genel Başkan Koncuk, KHK ile akademisyenlerin 50/d’li yapılmasına da sert tepki gösterdi. Koncuk şunları kaydetti: “Birileri ‘Bunların hepsi Fetöcü’ demiş. 33/a ile alınanların hepsi fetöcüymüş! Bu anlayışı kınıyoruz. Bu, bilimin merkezi dediğimiz üniversitelerimiz açısından bir kar sağlamayacaktır. Biz 50/d’nin ortadan kaldırılmasının mücadelesini verirken, 33/a’lı insanları 50/d’ye geçirmek üniversitelerin misyonuna yakışmaz. Ne yazık ki buna dava da açamıyoruz.”
Gruplaşmalar oluyor diye seçimleri kaldırmışlar. Güzel, o zaman genel seçimleri de kaldıralım! Genel seçimleri de kaldırırsak, Türkiye’de ne gruplaşmalar, ne de siyasi ayrım olur.
Rektör seçimlerinin kaldırılmasına da karşı çıkan Koncuk, “Rektör seçimleri kaldırıldı. ‘Rektör seçimleri usulen yapılan seçimlerdi. En yüksek oy alan 6 adayın ismi YÖK’e gidiyordu. 3 tanesi de YÖK tarafından Cumhurbaşkanı’na teklif ediliyordu. Cumhurbaşkanı 3 adaydan birini rektör olarak atıyordu. Zaten Cumhurbaşkanı’nda bu yetki vardı’ denilebilir. Bakınız; ben rektörlük seçimlerini hep eksik buldum. Seçim sonuçlarının uygulanmamasını, en yüksek oy alanın atanmamasını eleştirdim. Bölücü kişiler seçildi ise, elbette bunun tedbirini alın. Ama bu yapılmıyor.
Sayın Cumhurbaşkanı rektörlük seçimleri ile ilgili açıklama yaparken, ‘Rektörlük seçimlerinden dolayı üniversitelerde gruplaşmalar oluyormuş’ diyor. Yani gruplaşmalar oluyor diye seçimleri kaldırmışlar. Güzel, o zaman genel seçimleri de kaldıralım! Genel seçimleri de kaldırırsak, Türkiye’de ne gruplaşmalar, ne de siyasi ayrım olur. Böyle bir yaklaşım olamaz. İşin garibi, Sayın Cumhurbaşkanı bunu söylerken, salondaki bazı akademisyenler alkışlıyor. İşin acı tarafı da budur. Gruplaşma olmasının nedeni rektör yarışındaki seçme hakkı mıdır? Şimdi de başka gruplaşmalar oluyor. Bunu nasıl çözeceğiz?
Dolayısıyla şunu ifade etmek istiyorum: Başka yol bulunabilirdi. Tüm bunlar KHK ile yapılıyor. O nedenle ‘Türkiye normalleşmeli’ diyoruz. Rektör seçimlerinin eski halini de beğenmiyordum ama bu yeni halini hiç beğenmediğimi bir kez daha ifade etmek istiyorum.” diye konuştu.
Konuyla ilgili şu anda bir çalışma var ama kesin olarak diplomaya bağlı alan değişikliği yapılacak diyemiyorum. İnşallah bu çalışma tam somutlaşır ve alan değişikliği konusunda talep sahipleri emellerine ulaşır.
Diplomaya bağlı alan değişikliği ile ilgili de açıklama yapan Koncuk, şunları kaydetti: “Eğer beşikten mezara kadar oku anlayışıyla yetişmiş bir nesil isek, insanların diplomaya bağlı alan değişikliğine zemin hazırlamamız lazım.
Diplomaya bağlı alan değişikliği yönetmelikte var ancak bir takvime bağlanmamıştır. Yani yönetmelikte, ‘şu tarihte diplomaya bağlı alan değişikliği yapılır’ denilmemektedir. Eksiklik buradadır. Biz Türk Eğitim-Sen olarak eksik düzenleme nedeniyle dava açmıştık. Öte yandan bu konuyla ilgili şöyle bir teklif getirdik: Tüm alan değişikliği taleplerini yerine getirmeyin. Bu sıkıntı yaratabilir. Alan değişikliği taleplerini azar azar yerine getirin. Göreceksiniz bu talep her yıl zaman içinde en aza inecek hatta ortadan kalkacaktır. Bu teklifimize olumlu baktılar. Konuyla ilgili şu anda bir çalışma var ama kesin olarak diplomaya bağlı alan değişikliği yapılacak diyemiyorum. İnşallah bu çalışma tam somutlaşır ve alan değişikliği konusunda talep sahipleri emellerine ulaşır. Bunu da takip ediyoruz. Bizim teklifimiz üzerinden inşallah bir kapı aralanacak. Bu konuyu Sayın Bakan’a da ifade ettim. Tabi gençler ‘Bizim alanımız dolacak’ diye itiraz ediyor. Bir öğretmen A alanından B alanına geçerse alan dolmaz ki. Bir alan dolar, bir alan boşalır. Bu kadar net. Bir de buraya dikkat etmek gerekir: Ömer Dinçer zamanında yapılan hatalar nedeniyle alan değişikliği talebi daha güçlü hale geldi. Zira 4+4+4 sistemiyle birçok insan kendi alanı dışında başka alana geçmek zorunda bırakıldı. Ne oldu? Alan değiştiren öğretmenlerin bir kısmı mutlu olamadı. Dolayısıyla diplomaya bağlı yeniden değerlendirilmelidir” dedi.
Anne-babanın ayrı olduğu aile bizim anladığımız anlamda aile olmaz, sağlıklı nesiller ortaya çıkmaz. Aile bütünlüğü mutlaka sağlanmalıdır.
Aile bütünlüğünün mutlaka sağlanması gerektiğini de kaydeden Koncuk, “Bunun lami cimi yok. Sadece Milli Eğitim Bakanlığı değil, tüm kurumlar aile bütünlüğünü sağlamalıdır. Anne-babanın ayrı olduğu aile bizim anladığımız anlamda aile olmaz, sağlıklı nesiller ortaya çıkmaz. Bakın anne-babası ayrı olan çocuklar bu durumdan nasıl etkileniyor? Dolayısıyla devleti yönetmek iddiasındaki insanların böyle bir talebi görmezden gelmemesi gerekir” dedi.
5’inci sınıfı yabancı dil hazırlık sınıfı yapmaya neden çalışıyorsunuz? Bu; sadece İngilizce öğrenmenin öneminden mi kaynaklanıyor yoksa 5’inci sınıflarda arzu edilen başarı sağlanamadığından mı kaynaklanıyor?
5’inci sınıfların yabancı dil hazırlık sınıfı yapılması ile ilgili konuyu da gündeme getiren Genel Başkan konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “4+4+4 sisteminin yanlış olduğunu defalarca söyledik. ‘Ülkemize yakışan model, 1+5+3+4 modelidir’ dedik, dinlemediler. 4+4+4 sistemini ihdas ettiler. Bugün 5’inci sınıfların hazırlık sınıfı yapılması gündeme getiriliyor. Geçenlerde bir sendika başkanı bunun uygulanması halinde norm fazlası öğretmenlerin oluşacağını, dengenin bozulacağını söylüyor. Bu tespit doğru ama 4+4+4 sistemi getirilirken bunu niye söylemediniz? Şimdi mi aklınız başınıza geldi?
Benim anladığım, 4+4+4 sisteminden arzu edilen verimin sağlanamadığı ve bundan çark edildiğidir. 5’inci sınıflar hazırlık sınıfı yapıldığında norm kadro konusunda sıkıntıların yaşanacağı doğrudur ama bunun yapılmaması halinde de 5’inci sınıf emanet duruyor. ‘Ara safta kalmak’ diye bir deyim vardır. Siz yüzyıldır ilkokulu 5 yıl olarak dizayn etmişsiniz. Sonra bütün bu tecrübeyi elinizin tersiyle itip, ilkokulu 4 yıla düşürdünüz. Bunun böyle olacağı belliydi.
Şimdi ‘5’inci sınıflar yabancı dil hazırlık sınıfı yapılsın’ diyorlar. Bu tartışılmalıdır. Benim anladığım, bu konuda başarı hedeflerinin tutmadığıdır. Arada kalmış bir 5’inci sınıf var. Öncelikle şunu bilmemiz lazım; o sendika başkanı yorum yapıyor ama MEB’in, buna neden ihtiyaç duyduğunu anlatması lazım. İlkokul 5 yıldan 4 yıla düşürüldüğünde, ortaokul 4 yıla çıkarıldığında bundan aldığınız sonuçlar nelerdir? Şu anda 5’inci sınıfları hazırlık sınıfı yapmanızdaki amaç nedir? Elinizde ölçülmüş bir doküman olması gerekir ki, ona göre yorumlayalım. MEB’in bu konudaki çıktıları elimizde yok. Sadece öğretmen sayısı yönüyle değerlendiremeyiz. Bu eksik olur. O zaman MEB’in bu verileri ortaya koyması gerekir. 5’inci sınıfı yabancı dil hazırlık sınıfı yapmaya neden çalışıyorsunuz? Bu; sadece İngilizce öğrenmenin öneminden mi kaynaklanıyor yoksa 5’inci sınıflarda arzu edilen başarı sağlanamadığından mı kaynaklanıyor?”
Türkiye Kamu-Sen 21 tane madde uygulanmadığı için mahkemeye başvuruyor; senin ise sesin çıkmıyor, yüzün kızarmıyor. Onun yüzü kızarmayabilir, sesi çıkmayabilir; peki bu maddeler toplu sözleşmede yer aldığı için sevinen ancak bugün uygulanmadığı için sükûtu hayale uğrayan insanların da yapması gereken bir şeyler yok mu?
Toplu sözleşme ile ilgili açıklama yapan Genel Başkan Koncuk, şöyle konuştu: “Toplu sözleşme imzalandı. Tarihi başarı elde ettiklerini ilan etiler. Buna rağmen tam 21 madde uygulanmadı. İnsanda yüz lazım. Onlarda yüz lazım da bunu kamu çalışanlarının görmesi, değerlendirmesi de lazım.
Toplu sözleşmedeki bir maddede, ‘Kültür Bakanlığı çalışanlarının ekonomik durumlarının iyileştirilmesi ile ilgili çalışma yapılması’ yazıyor. 21 maddenin neden uygulanmadığını soruyoruz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, ‘Başkanım bunun neyini uygulayım’ diyor. O zaman bu niye imzalanmış? Kültür hizmet kolunun yetkilisi, ‘ Kültür Bakanlığı çalışanları ile ilgili bir şey yazın da, onlara bakacak yüzümüz olsun’ demiş, böyle bir cümle yazmışlar. Kültür Bakanlığı çalışanları enayi mi? Ben Kültür Bakanlığı çalışanı olsam bu sendika başkanının yakasına yapışırım.
Bu madde toplu sözleşmede yazıldı, toplu sözleşmeler de kesin hüküm içerir ama uygulanmıyor. Nasıl uygulayacaksın? Bir Allah’ın kulunun sorduğunu zannetmiyorum. Sormazsan o zaman bugün Ahmet, yarın Mehmet oynatır.
Tribünlere oynamak için 21 madde yazılmış, adam o maddelerle övünüyor. Utan, utan! Oraya madde yazdırmakla övünmek olmaz, o maddelerin kaç tanesini hayata geçirdin, sen onu söyle. Bunun mücadelesini Türkiye Kamu-Sen yapıyor, 21 tane madde uygulanmadığı için mahkemeye başvuruyor; senin ise sesin çıkmıyor, yüzün kızarmıyor.
Onun yüzü kızarmayabilir, sesi çıkmayabilir; peki bu maddeler toplu sözleşmede yer aldığı için sevinen ancak bugün uygulanmadığı için sükûtu hayale uğrayan insanların da yapması gereken bir şeyler yok mu?”
Kültür Bakanlığı’nda çalışan bir memur ‘Bizi mi kandırdınız?’ demelidir. 4/C’liler, ‘Kimse bizi aldatamaz’ demelidir. Bunların yaptığı sendikacılık değildir. O zaman neden kendimizi bu kadar paralıyoruz? Doğruyu yapmak adına neden bu kadar uğraşalım, risk alalım? Susalım, alkışlayalım, aldatalım, kandıralım, üye bulalım. Bu mudur sendikacılık?
4/C’lilere kadro konusunda da açıklama yapan Koncuk, “Sayın Bakana, ‘4/C’lilere kadro sorununu çözmek inşallah size nasip olur’ dedim. Yılladır üç cümlemizden bir tanesi bu olmuştur” dedi.
Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “Sayın Maliye Bakanına, ‘4/C’lilere kadro, toplu sözleşme maddesi haline gelmiş. Artık bunun hayata geçmesi lazım’ diyorum. Sayın Bakan da, ‘Çalışma yapılacak demiyor mu, diyor. Biz de yapıyoruz’ şeklinde cevap veriyor. Kim, kimi kandırıyor? Peki sen sendika olarak neden ‘Şu tarihe kadar 4/C’lilerin kadroya alınma işlemi tamamlanacaktır’ şeklinde, tarihi belli olan doğru düzgün bir madde yazdırmadın?
‘Yazdırsa ne olur?’ diyebilirsiniz. Mesela; ‘31 Ocak 2016 tarihine kadar KİT’lerde çalışan insanların ücret gruplarının 5’ten 3’e düşürülmesi’ şeklinde bir madde de var. Bu çalışmanın 31 Ocak 2016 kadar bitmesi gerekiyor. Bunun üzerinden 10 ay geçmiş.
Ben bu kadar pişkin olamazdım. Kimse de ‘Sayın başkan, bu sözleşmenin altına imza attın. Belli tarihe kadar uygulanması gerekirdi’ demiyor. Birçok maddede tarih belirtilmiş fakat çoğu uygulanmıyor. Asıl mesele, bunu sorgulayacak insan meselesidir. Bu ülkede üçkağıtçılar çıkabilir. Bu siyasetçiler içinde de olabilir, sendikacılar içinde de olabilir. Ama Türkiye’nin en okumuş kesimi, en aydın kesimi diye tanımladığımız kamu çalışanlarının bu aldatmacaya karşı söyleyeceği iki cümlesi olmalıdır. Kültür Bakanlığı’nda çalışan bir memur ‘Bizi mi kandırdınız?’ demelidir. 4/C’liler, ‘Kimse bizi aldatamaz’ demelidir. Bunların yaptığı sendikacılık değildir. Bu sendikacılıksa, bundan daha kolay bir sendikacılık yoktur. O zaman neden kendimizi bu kadar paralıyoruz? Doğruyu yapmak adına neden bu kadar uğraşalım, risk alalım? Susalım, alkışlayalım, aldatalım, kandıralım, üye bulalım. Bu mudur sendikacılık?”
Öğretmenlerin en önemli hakkı nedir? Bulunduğu okulda çalışma süresine karar vermesinin kendi iradesine bağlı olmasıdır. Biz kendi irademiz ile olan bir hakkı alıyoruz, ‘Bu iradeyi kullanmak istemiyorum. Milli Eğitim Bakanlığı karar versin’ diyoruz. İpi Milli Eğitim Bakanlığı’nın ellerine veriyoruz.
Rotasyon konusunda da açıklama yapan Koncuk, her türlü rotasyona kökten karşı olduklarını bildirdi. Koncuk şunları kaydetti: “Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, ‘ Biz kanunlara saygılıyız. Bunu uygulayacağız’ diyor. Peki o zaman ben de soruyorum: Dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı kanunlara saygısız mıydı? Rotasyon ile ilgili tercihleri aldı ama uygulamadı. Tabi rotasyonun uygulanmamasında bizim de etkimiz oldu.
Bakınız rotasyon konusunda meseleye farklı yaklaşan arkadaşlarımız olduğunu biliyoruz. Buna rağmen biz bildiğimiz doğruları söyleyeceğiz. Başka doğruları söylerken iyiydi de, rotasyon konusunda inandığımız doğruları söylerken neden kötü oluyoruz?
Hatırlanacağı gibi rotasyonda bölgeler oluşturulmuştu. Mesela; Kızılcahamam, Güdül, Bala bir bölge idi. Bazı arkadaşlarımız Kızılcahamam’dan Çankaya’daki bir okula geleceğini zannetti. Ama baktı ki durum bu şekilde değil,
Kızılcahamam’daki öğretmen Bala’ya gidecek. ‘Bu rotasyon sizin anladığınız anlamda bir uygulama değil.’ dedik. Herkes kendi grubu içinde yer değiştirecek. Bu nasıl desteklenebilir?
Biraz da empati yapalım. Kendimizi o öğretmen arkadaşlarımızın yerine koyduğumuz zaman rotasyon doğru gibi geliyor. Mesela bir öğretmen taşradan Yenimahalle’deki bir okula gitmek istiyor. Peki bu nasıl olacak? Puanı da yetmiyor, çünkü daha yüksek puanlılar var ya da puanı yetse dahi o okulda norm açığı yok. Dolayısıyla o okuldaki öğretmenlerin gitmesi gerekir diye düşünüyor. Genç arkadaşlarımız kenardan merkeze gelmenin yolu olarak değerlendiriyor. Meseleye pragmatist yaklaştığınızda bu insanlar haklı ama bir şeyi kaybediyoruz.
Öğretmenlerin en önemli hakkı nedir? Bulunduğu okulda çalışma süresine karar vermesinin kendi iradesine bağlı olmasıdır. Biz kendi irademiz ile olan bir hakkı alıyoruz, ‘Bu iradeyi kullanmak istemiyorum. Milli Eğitim Bakanlığı karar versin’ diyoruz. İpi Milli Eğitim Bakanlığı’nın ellerine veriyoruz.
Bu yönü çok önemlidir. Çünkü diyelim ki; Adana’nın Tufanbeyli ilçesinde çalışan bir öğretmen, Adana merkeze geldi. Adana merkezde çalışan, evini almış, düzenini kurmuş öğretmen de, Tufanbeyli’ye atandı. 8 yıl çok uzun bir süre değil. Bu film aynen devam ettiği sürece, 8 yıl sonra o bela seni bulacak. Bu nedenle günlük, konjonktürel düşünmemek lazım. İlkesel düşünmek gerekir. Biz her meseleyi şahısların faydacı yaklaşımı ile çözmeye kalkarsak hiçbir çözüm teklifi getiremeyiz. Çünkü herkese göre doğru, fayda farklı olabilir. Üyelerimizden de bizi bu şekilde değerlendirip, eleştirenler var. Olsun, onların da canı sağ olsun. Her konuda aynı şeyi düşünmek zorunda da değiliz. Biz her türlü rotasyonu kökten karşıyız.
Biz; performansı zayıf olan ile performansı iyi olan aynı kefeye konulsun; kimse çalışmasın, yan gelip yatsın demiyoruz. Biz sübjektif değerlendirmeler ile sonuç alamayız diyoruz. O zaman insanlara acı veren bir değerlendirme ile karşı karşıya kalırız.
Performans sistemi ile ilgili önemli açıklamalar yapan Genel Başkan şunları kaydetti: “Bilindiği gibi iş güvencesi konusunda da ciddi bir tehdit var. Türkiye Kamu-Sen olarak biz bu konuda gerekli uyarılarımızı yapıyoruz. Performans değerlendirmesi konusunu da iş güvencesine bağlı olarak düşünmemiz gerekiyor. İş güvencesini kaldırmak, o kadar da kolay değil. Anayasa’nın 128. maddesi orada durduğu müddetçe, kamu çalışanlarının elinden iş güvencesini alamazlar. Aslında iş güvencesi konusu da göreceli bir kavramdır. İş güvencesi nedir? Kanunun herhangi bir yerinde kamu çalışanlarının iş güvencesi vardır yazmıyor. Ama yargı hakkımızdan kaynaklı bir güvencemiz var. Bunu yapamadıkları için performans değerlendirmesi diye bir sistem getiriyorlar. Bu, tamamen sübjektif bir düzenlemedir. Bu düzenleme sadece Milli Eğitim Bakanlığı için yapılmış bir düzenleme değildir. Şu anda Devlet Personel Başkanlığı performans değerlendirmesi ile ilgili yönetmelik taslağını hazırladı, biz de 1 Eylül 2016 tarihinde görüşlerimizi Devlet Personel Başkanlığı’na gönderdik. Biz; performansı zayıf olan ile performansı iyi olan aynı kefeye konulsun; kimse çalışmasın, yan gelip yatsın demiyoruz. Biz sübjektif değerlendirmeler ile sonuç alamayız diyoruz. O zaman insanlara acı veren bir değerlendirme ile karşı karşıya kalırız. Peki ne yapmak gerekiyor? Öncelikle ilk adımı doğru atmamız lazım. Nedir ilk adım? Adaletli, liyakatli bir yönetici atama sistemi oluşturmaktır. Ama bunu başaramadınız. İki koyunu güdemeyecek kişiyi okul müdürü yaptınız, 1.000 tane öğrenciyi, 50 tane, 100 tane öğretmeni ona emanet ettiniz. Beni değerlendirecek insanların en azından adalet ve liyakat yönünden güvenilir pozisyonda olması gerekir. Gelin bunu yapın, o zaman oturup, performansı tartışalım. Adaletin olduğu yerde bizim hiçbir şeyden korkumuz yok. Yeter ki adalet olsun.”