adscode

Mülakattan önceki son viraj! Vazgeçin. Neden mi?..

Hangi mesleğin “ücretlisi” var ki, ücretli öğretmenlik söz konusu.

aguclu@milliyet.com.tr




Mülakat bir “dayatma”dır ve kalıcı olması mümkün değil. Farklı branşlarda da olsa KPSS’de 80-85 alan açıkta kalırken, 50 alanın atanmasını, liyakat ve kalite derken on binlerce ücretli öğretmeni kimseye anlatamazsınız! Bu öğretmenimiz, mülakata girseydi kesin elenirdi ama asıl öğretmen o!

Hangi mesleğin “ücretlisi” var ki, ücretli öğretmenlik söz konusu.

Üstelik, öğrencileri onlara teslim ederken ne diploma ne de KPSS puanı soruyoruz, ne de mülakata tabi tutuyoruz.

İçlerinde çok iyi olanlar yok mu? Elbette var. Hem de çok uzun süredir üç kuruş maaşa canla başla çalışanların sayısı azımsanmayacak kadar çok. Ve bu işi, parası için değil, sadece ve sadece bu mesleğe gönül verdikleri için yapıyorlar. Ya diğerleri?..

Mülakatta ders anlattırılacakmış. Boş sınıfa ders mi anlatılır?

Madem öyle, her mülakat öncesi jüri üyelerinden birisi kalkıp, örnek ders nasıl anlatılır, öğretmenlerimize göstersinler, onlar da “doğrusu buymuş” deyip onları örnek alsınlar.

Öğretmeni motive eden öğrencidir.

En iyi okul gibi, en iyi öğretmen de kişiden kişiye değişir.

Önemli olan doğru yerde, doğru anda, doğru öğretmen olmaktır.

Sizin için mükemmel olan bir öğretmen, öğrenci için çok sıradan biri olabilir. Öğretmen sadece öğreten değil, kucaklayandır. Harcayan değil, kazanandır. Cezalandıran değil, ödüllendirendir. Kükreyen değil, gülendir.

Aşağıdaki mektup çok çarpıcı. Sekiz yıldır görev yapan idealist bir öğretmenimizin samimi duygularını anlatıyor ve eminiz ki yüz binlerce öğretmenimiz, çok önemli bir bölümünün altına imzasını atacaktır.

“Boğuluyoruz...”

“Merhaba Abbas Bey. Öncelikle kendimden bahsetmek istiyorum. Köyde büyümüş, zor şartlarda okumuş bir öğretmenim.

Küçükken kekemelik sorunu yaşadım, hala da heyecanlansam, sinirlensem bunu yaşayabilirim ancak hiçbir zaman bu durumun arkasına sığınmadım, mücadele ettim, bahane üretmedim.

Hep savaştım, zor şartlarda okudum. Tarlada ödev yaptım. Okuldan sonra ineklerimizi otlattım.

  1. sınıfta babam vefat etti ve eğitim hayatım çok zorlu geçti. Hem okuyup hem çalıştım. İşçi arabalarında, köyden şehre giden ekmek arabalarında okuluma gidip geldim.

Çok uzatmak istemiyorum ama gerçekten film gibi senaryosu olan bir hayatta eğitimime devam ettim. Üniversite yıllarımdan itibaren okuma, öğrenme, sorgulama alışkanlığı edindim. Öğrenmeyi ve öğretmeyi seviyorum. Kitaplara ciddi miktarda para harcıyorum.

Yüksek lisansa devam ediyorum ve doktora yapıp yurtdışında bir üniversitede akademisyen olmayı hedefliyorum. Sekiz yıldır öğretmen olarak görev yapıyorum.

Öğretmen olarak göreve başladığımda endişeliydim ama öğrencilerim beni çok sevdi ve onların gelişimine birçok açıdan katkı verdiğimi düşünüyorum.

Öğrencilerimle yaptığım kendime özgü çalışmalarla basına konu olmuş bir eğitimciyim. Bundan daha önemlisi, birçok öğrencimin kendini gerçekleştirmesine katkı sunduğum için mutluyum.

Öğrenciler mükemmel öğretmenler değil, güçlü öğretmenler, kendilerine değer veren, gelişimci öğretmenler görmek istiyor. Öğretmenlik mükemmellik işi değil, liderlik etme, kalplere ve zihinlere dokunma işidir.

Okulumdaki öğretmen arkadaşlarım da kendilerini geliştiren, okuyan, araştıran eğitimcilerdir. Özellikle bazıları ile teneffüslerde bir araya gelip okuduğumuz makaleleri tartışır, kitaplardan bahsederiz. Bazen evrim teorisini, bazen İslam tarihini, bazen yapay zeka ve benzeri konuları konuşuruz.

Ancak hiçbir zaman kendimizi değerli ve özgür hissetmiyoruz. Neredeyse bütün öğretmen arkadaşlarım bu mesleği seçtiklerine pişman olduklarını söylüyorlar.

Milli Eğitim Bakanlığı okul müdürlüğü gibi çalışmakta, sürekli okullara yazılar, genelgeler, talimatlar yağdırmaktadır. Mesela sınavlardan, kapıya, cama, teneffüs saatlerine kadar bakanlık daima emirler göndermektedir.

Sürekli öğretmen eğitiminden, doğrudan veya dolaylı olarak öğretmenlerin yetersizliğinden bahsetmektedir ki maalesef bu iş “öğretmenler fonlanıyor” diye itibarsızlaştırmaya kadar gitmiştir.

Öğretmene güven öylesine az ki, yapacağımız sınava bile senaryo ile müdahale edilmektedir.

Tarihe bakalım, bilim ve eğitim hep özgür ortamlarda gelişmiştir. Merkezi otoritenin güçlü olduğu uygarlıklar değil aksine şehir devletleri halinde yaşayan Sümer, Yunan, İyon gibi uygarlıklarda bilimin ve felsefenin gelişmesi tesadüf değil diye düşünüyorum.

MEB, Ortaçağ zihniyeti ile son derece despot bir yaklaşım sergilemekte, öğretmene nefes aldırmamaktadır. Sürekli “öğretmen yetersiz, eğitimsiz” imalarından bıktım.

Bazen bu ülkede nefes alamadığımı, boğulduğumu hissediyorum. Bizleri yetersiz diye suçlayanların cahil olduğunu düşünmek beni daha da geriyor. Eminim ki Milli Eğitim Bakanı dahil, bürokratları, il, ilçe, şube müdürleri benimle pedagojik bir sınava girseler, yüzde 99’unu geçeceğime eminim. Bunları düşünmekten sinir oluyorum, asıl işime odaklanamıyorum.

Toplantı, kırtasiye, bürokrasi işlerinden de ayrıca bıkıyoruz. Bazen engelli bir öğrencim oluyor. Onları daha iyi anlıyorum ve kendimin de kekemelik sorunu yaşadığımı, bununla mücadele ettiğimi düşünüyorum.

Aslında benim kendimi bir mucize olarak görmem gerekirken, mutlu hissetmem gerekirken, gergin ve tehdit altında hissediyorum. Benim veya başka bir arkadaşımın bu kadar emeğine, geçmişine, üniversite diplomasına bir müfettiş gelip “bu yetersiz” diyebilecek!

İnsanlara bunu düşündürmek bile zulümdür. Bu bencillikten, despotluktan, bu sistemin eğitimci olmayan eğitim bakanlarından bıktım.

Boğulduğumu hissediyorum, bir yanım laik, bilimsel, adil, liyakata dayalı bir eğitim için mücadele etmek isterken, diğer yanım, üzülerek söylüyorum ama bu ülkeyi, bu mesleği terk etmek istiyor...”

Öğretmenlerimizi bu noktaya getirmeye hiç ama hiçbirimizin hakkı olmamalı.


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)