Hemen her konuda kafamız karmakarışık.
Önceliklerimiz altüst oldu.
Sıkıntılar büyük hem de çok büyük.
Yarın yaşanacakları öngörmek için de kâhin olmaya gerek yok.
Büyük İstanbul depremi her an kapımızı çalabilir.
Kuraklık ve onun getirdiği sıkıntılar çoktan yaşanmaya başladı.
Salgın hastalıkların biri bitiyor diğeri başlıyor.
Bütün bunlarla mücadele etmenin yolu ise liyakatten geçiyor.
Liyakat sahibi iyi insan, iyi yurttaşlar yetiştirdiğimizde sorunların tespitinde olduğu gibi çözümünde de çok önemli başarılar elde edebiliriz. Acılarımız en aza inebilir...
Depremi çabuk unuttuk
Son birkaç gündür deprem bölgesindeydim. Hepsi olmasa da birkaç ilimizdeki son durumu gözleme olanağım oldu. Yaralar kısmen sarılırmış olsa da acılar hâlâ tazeliğini koruyor.
Kentlerin eski binaları, onca yorgunluğuna rağmen ayakta kalmış, en yenileri yerle bir olmuş!
Konferans sonrası 12 yaşındaki oğlunu depremde kaybeden bir baba geldi. Dolu hem de çok doluydu.
“Binayı yapandan, ona izin verenlerden, altında imzası olan mühendislerden ve onu yetiştiren üniversitelerden hiç mi hesap sorulmayacak?” dedi. Yutkunmakla yetindim…
Keşke gerekli önlemler çok önceden alınsaydı da acılar bu boyutta yaşanmasaydı.
Keşke İstanbul için her ne yapılacaksa bir an önce yapılsa da ileride “ah keşke” demesek, konan her tuğla, dökülen her beton, atılan her imzanın arkasında sadece ve sadece liyakate dayalı yetkinlik olsa...
1985’te TBMM kürsüsünden dönemin Kayseri Milletvekili Mehmet Üner’in söyledikleri can kulağıyla dinlense bu acılar yaşanır mıydı?
Bakın bugün bile hâlâ geçerliliğini koruyan bu uyarıya hiç olmazsa şimdi kulak verelim:
“Yüzde 92’si deprem bölgesinde olan ülkemizde nüfusun yüzde 95’i deprem tehlikesi altında yaşıyor.
Sanayimizin yoğun olduğu kentlerin yüzde 75’i, barajlarımızın yüzde 41’i, birinci ve ikinci derecede tehlikeli deprem bölgesinde.
Son 45 yılda depremlerden 60 bin vatandaşımız hayatını kaybetti. 400 bin konut yıkıldı.
Ekonomik kayıp 15 Atatürk Barajı boyutunda.
Depremin yol açtığı zarar Japonya’ya oranla 30 kat daha fazla.
Jeolojik bilgilerden yararlanabildiğimiz takdirde zararın 30 kat azalabileceğini gösteren somut örnekler var.
Jeolojik açıdan sakıncalı yerler imara açılmasın. Sorumluluğu olanlara hesap sorulsun…”
Uyarıları dün dikkate almadık, ne olur daha fazla zaman kaybetmeden bugün alalım.
Kabahatli arıyorsak, hepimiziz ama gün kabahatli arama günü değil, yaraları sarma, ders çıkarma ve bunları hayata geçirme günüdür!..
Yüzyılın felaketlerini peş peşe yaşıyoruz.
Salgın ve doğal felaketlerle canımız öylesine yandı, yüreğimiz öylesine parçalandı ki bir daha benzer acılar yaşanmasın.
Her şeyin başı eğitim diyoruz.
O halde çocuklarımızı öncelikle sınavlara değil, hayata, doğaya, felaketlere hazırlamalıyız!
“Deprem öldürmez, ihmaller öldürür” gerçeğine, tüm çıplaklığıyla bir kez daha şahit olmadık mı?
Görüntüleri izlerken yüreğimiz, bir değil, bin kez parçalanmadı mı?
Kartondan evler gibi yıkılan apartmanların önündeki lüks araçlar ve sınavlar için harcanan kaynaklar, keşke daha sağlam binalar için harcansaydı.
Deprem öncesinde ve sonrasında söylenen o sözler, keşke depremler yaşanmadan hayata geçirilseydi.
Her şeye rağmen çuvaldızın en büyüğünü kendimize batırarak, derslerin en büyüğünü çıkartarak bilimin sesine kulak verelim, liyakatten şaşmayalım.
Bu coğrafyada da yaşıyorsak, 500 yıldır uyuyan faylar yeniden harekete geçiyorsa ve kapıda yeni depremler söz konusuysa, “Türkiye Yüzyılı” için çok daha hazırlıklı olmalıyız.
Bunun yolu da akıldan, bilimden, risklere karşı her türlü önlemi almaktan ve iyi bir insan, iyi bir yurttaş yetiştirmekten geçiyor.
Can güvenliğimiz yoksa gerisi teferruattır.
Böylesi acılar yaşamaya, yaşatmaya, hiç ama hiçbirimizin hakkı yok!
Hesap verilebilirlik
Herkes hata yapabilir ama bu hatada ısrar ve tekrar varsa, işte o zaman o hata olmaktan çıkar ve hesap vermeyi gerektirir. Vatandaşın özlemi bu yönde. Hesap sorulsun ki bir daha benzeri hatalar yapılmasın isteniyor.