adscode

Beyin göçü (99)

İç ve dış göçlerin yarattığı sorunlar ve gelişmeler dünya gündeminin ilk sırasında.

aguclu@milliyet.com.tr




Yurtdışına 60 yıl önce vasıfsız işgücü gidiyordu, şimdi doktor, mühendis, bilim insanlarımız gidiyor. Darısı hammadde yerine yüksek katma değerli ürün ihracatı. Peki bu gidişat, sevindirici mi yoksa beka sorunu mu? Olay çok yönlü, görüşler de çok farklı...
Deprem bölgelerinde özellikle dikkat çekilen konulardan biri de, “Nitelikli nüfus gidiyor, niteliksiz nüfus geliyor. Bu da kentlerimizin demografik yapısını ve kimliğini bozuyor. Önlem alınmazsa, depremden daha büyük felaketler yaşarız” yönündeydi.
Dışarıdan bakıldığında abartılı bulanlar olabilir ama orada yaşayanlar için çok önemli bir konuydu…

Gelişmelere bu çerçeveden baktığımızda özellikle dış göçler, mülteciler ve yabancı öğrenci profili konusunda tedirginlik duyanların sayısı önemsenmeyecek kadar az desek yalan olur.

İç ve dış göçlerin yarattığı sorunlar ve gelişmeler dünya gündeminin ilk sırasında.

Oysa onlar seyreden, biz ise yaşayanız.

Bu yüzden herkesten çok daha ciddiye almamız gerekiyor.

Göçlere insani açıdan oluğu kadar sosyolojik açıdan bakılmasında da sonsuz yarar var ama çok daha önemli olan demografik yapı ve özellikle beyin göçüyle gidenlerin gerekçeleri, aidiyet hisleri ve bunun yarattığı erozyon!

Peki bunları yeterince konuşuyor, araştırıyor ve gerekli önlemleri alıyor muyuz? Keşke gönül rahatlığı ile evet diyebilseydik…

Bu konuda çok yazı yazdık, görünen o ki daha çok uzun süre yazmaya devam edeceğiz…

Buz dağının görünen kısmı!

Beyin göçünü zerre kadar ciddiye kadar almayanlar kadar olmasa da önemseyen isimler de var.

Her yazıdan sonra hem yurtiçinden hem de yurtdışından çok farklı değerlendirmeler geliyor. Zaman zaman bunu sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.

İşte biraz uzun da olsa sonuna kadar kadar okumaya değer paylaşımlardan birisi:

“Eğitim Ajansı’nda yine beyin göçü konusunu yazmışsınız.

Yazının başında 'Günümüz dünyasında sürdürülebilir en büyük zenginlik, iyi yetişmiş insan gücüdür. Amerika’yı Amerika yapan da budur. ABD dünyanın en parlak beyinlerini bir şekilde

ülkesine çekiyor. Şimdi bu kervana Avrupa da katıldı !' demişsiniz ve 'Peki ya biz?' diye de sormuşsunuz.

Biz, Amerika ve Avrupa’nın tam tersini yapıyoruz.

Onlar dünyadaki iyi yetişmiş insanları çekmeye çalışırken, biz kendi iyi yetişmiş insan gücümüzü elimizin tersiyle dışarıya itiyoruz. Adeta gitmeleri için teşvik ediyoruz.

Üstelik bir de “Dünyaya beyin ihraç ediyoruz” diye bununla övünüyoruz.

Yazınızda, bardağın dolu tarafına bakmaya çalışan bir hocamızın “Çocuklarımıza güvenelim anne baba ve devlet olarak, onlarla irtibatımızı koparmayalım. Nereye giderlerse gitsinler, memlekete katkıları olması için kendilerini destekleyelim. İngiltere’nin, Fransa’nın Çin'in, Amerika’nın Almanya’nın ve daha bir çok ülkenin yurtdışında nitelikli insan gücü var. Bizim de olacak. Önemli olan, bizim onların ülkemiz ile olan bağlarını koparmadan sağlam aidiyet duygusu ile iletişimimizi devam ettirmemiz. Su akar yolunu bulur” sözleri de hayli ilginç.

Bu çok önemli konuya böyle iyi niyetli ve duygusal bakmak güzel ama sizin de belirttiğiniz gibi eğitimin, gençlerimizin ve ülkemizin geleceğine yönelik olarak bu konuların çok daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmasında sonsuz yarar var.

Sayın Güçlü siz Eğitim Ajansı’nda 09.12.2022 tarihinde “Gençler neden gidiyor ya da neden gitmek istiyor?” başlıklı yazınızla konuyu yine gündeme getirmiştiniz. O yazınızı okuyunca, anılan göçün hiç konuşulmayan çok önemli bir yönü hakkındaki düşüncelerimi sizinle paylaşmıştım.

Aynı düşüncelerimi bir kez daha göndermek istiyorum.

Burada yazdıklarım, Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı hocamızın iyi niyetli ve duygusal yaklaşımına da bir cevap olacak belki.

Son yıllarda artan işsizlik, ekonomik ve sosyal sorunlar vs gibi çok çeşitli nedenlerle insanlarımızda, özellikle de gençlerimizde yurtdışına gitme isteği, çabası ve oranı hızla artıyor. Ülkemizin en iyi üniversitelerinden mezun olmuş, en önemli teknoloji ve sanayi kuruluşlarında çalışıp deneyim kazanmış mühendislerimiz başta olmak üzere teknik personelimiz, bir daha dönmemek üzere buraları terk edip gidiyorlar.

Son dönemde ayrıca, çeşitli dallarda ihtisas yapmış deneyimli uzman hekimlerimiz ve sağlık çalışanlarımız da, maruz kaldıkları giderek artan, hatta cinayetlere varan fiziksel şiddet, yıpratıcı çalışma koşulları ve ekonomik nedenlerden dolayı yurt dışına yöneliyor.

Bu durum, özellikle köklü, en iyi eğitimi veren tıp fakültelerini bitiren genç doktorları da etkiliyor. Kayırmacılığın, adrese teslim ilanlarla eş dost yakın akrabaya akademik kadro tahsislerinin, mobbingin her geçen gün artması sonucu üniversitelerde kendilerine gelecek göremeyen iyi yetişmiş mutsuz genç akademisyenler de geleceklerini yurt dışında arıyorlar.

Çeşitli anketlerden görüyoruz ki; bilhassa eğitimli gençlerin önemli bir kısmı mutsuz ve artık buralarda yaşamak istemiyorlar. Maalesef çok acı ama gerçek bu.

İşin ilginç tarafı, bu çok önemli beyin göçü sorunu ile ilgili yapılan yorumlarda, bu insanların genelde sadece maddi tatminsizlik nedeniyle yurt dışına gittikleri belirtiliyor.

Oysa ki bu göçlerde, maddi şartlar da mutlaka önemli olmakla birlikte, insana önem verilmemesi; bilginin, tecrübenin, liyakatin dikkate alınmaması; giderek değişen sosyal ve kültürel yaşam koşulları; çalışma şartları; mobbing; kendilerinin ve çocuklarının gelecekleri ile ilgili endişeler vs gibi etkenler, en az ekonomik nedenler kadar önemli rol oynamakta ama genelde bunlar pek dile getirilmemekteler.

Diğer taraftan, konuyla ilgili yapılan yorumlarda, yazılan makalelerde, söz konusu beyin göçünün ülkeye etkisinin sadece ekonomik ve teknolojik boyutları üzerinde duruluyor.

Tabi ki bunlar gerçekten çok önemli kayıplar; ancak konunun bunlar kadar önemli bir de sosyolojik ve insani yönü var ama bu hiç gündeme gelmiyor.

Aslında bunun toplum üzerindeki etkilerini uzun yıllar boyunca hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

Ülkemizden yurtdışına ilk büyük insan göçü, 1960’lı yılların başlarından itibaren Almanya’ya işçi olarak gidenlerle birlikte yaşanmıştı. Çok sayıda insanımız ailelerini memleketlerinde bırakarak Almanya’ya, en zor fiziki koşullarda çalışmaya gitmişlerdi.

Bu göçle gidenler de, geride bıraktıkları da nice dramlar yaşadılar; pek çok aile dağıldı. Yaşananlardan, daha sonraki nesiller de etkilendi. Bu süreç, günümüze kadar uzanan sosyolojik ve psikolojik bir yığın sorunu beraberinde getirdi. Bu konularla ilgili kitaplar yazıldı; filmler çevrildi.

1960’lı Yıllarda çalışmak amacıyla göç edenler, Almanya’nın daha çok kirli ve zor işlerdeki bedensel iş gücü ihtiyacını karşılamışlardı.

Şimdi gidenlerin büyük çoğunluğunun iyi eğitim almış ve mesleklerinde yetişmiş insanlar olması nedeniyle bugün yaşanan göçe, o dönemden farklı olarak “beyin göçü” deniliyor.

Ayrıca bu seferki göçte, sadece Almanya’ya değil; ABD, Kanada, Avusturalya ve Avrupa’nın, uzak doğunun çeşitli ülkeleri başta olmak üzere dünyanın hemen her yerine gidiyorlar.

Giden iyi yetişmiş, nitelikli beyinler nedeniyle ülkemizin ekonomik ve teknolojik kaybı gerçekten çok büyük.

Bu insanların yerine yenilerinin yetiştirilebilmesi için çok uzun yıllar ve büyük parasal kaynak gerekmektedir.

Bu beyin göçünün, memleketimizin gelişmesinde, büyümesinde yaratacağı olumsuz etkiyi, gelecekte çok daha net görüp anlayacağız.

Ancak yukarıda da belirttiğim üzere göçün hep “beyin” yönünü konuşuyoruz; ülkeye getireceği maddi ve teknolojik kayıplarla ilgileniyoruz.

Aslında bunun yanında, bir de konunun hiç dile getirilmeyen, ama insanlar üzerinde derin izler bırakan, insani ve sosyal boyutu var ki; bunu şimdilik sadece yaşayanlar ve yakın çevreleri biliyor.

Ne yazık ki, sosyal bilimciler dahil hiç kimse bu sorunu gündeme getirmiyor. Aslında belli ki Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı hocamız da bu konunun farkında. “Benim düşüncem çocuklarımıza güvenelim anne baba ve devlet olarak, onlarla irtibatımızı koparmayalım. Önemli olan, bizim onların ülkemiz ile olan bağlarını koparmadan sağlam aidiyet duygusu ile iletişimimizi devam ettirmemiz.” sözleriyle, fazla detaya girmeden endişesini dile getirmiş, sonunda da “Su akar yolunu bulur.” diyerek işi oluruna bırakmış.

Ama keşke o iş suyun akışıyla çözülecek kadar basit olsaydı. Bu gençler, çoğunlukla bir daha geri dönmemek üzere gidiyorlar. Bundan sonraki yaşamlarını geçirecekleri uzak diyarlarda kendilerine yeni bir dünya kuruyorlar, çevre ediniyorlar, oralarda evleniyorlar.

Şimdiye kadar yaşanan tecrübeler gösteriyor ki; giden gençler ilk başlarda yılda bir, iki kez tatillerde Türkiye’ye, geride bıraktıkları büyüklerini, yakınlarını görmeye geliyorlar. Ama zaman geçtikçe bu sıla ziyaretleri giderek seyrekleşiyor.

Tatillerde başka yerlere gitmeyi daha fazla tercih etmeye başlıyorlar. Dolayısıyla ülkeye gelişler; birkaç yılda bir, tatil amaçlı gelmelere, bu arada da çok kısa süreli aile ziyaretlerine dönüşüyor.

Kabullenmesi belki zor ama bu sürecin kaçınılmaz doğal sonucu olarak gençler ülkelerine, ailelerine yabancılaşıyor; torunlar büyüklerini unutuyor, hatta tanımıyor; büyükler çocuklarına, torunlarına hasret kalıyor.

Sonuçta aile bağları zayıflıyor; kuşaklar birbirinden kopuyor. Atalarımızın “Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur” sözü gerçeğe dönüşüyor.

Bizlere ilkokullarda hayat bilgisi derslerinde, ortaokullarda yurttaşlık bilgisi derslerinde hep “ailenin, toplumun temeli olduğu” öğretilmişti. Ancak ne yazık ki, günümüz yaşam koşullarına bağlı çeşitli etkilerle, aile bağları giderek zayıflıyor. Bu göçler de, söz konusu etkenlerin önemlileri arasında tabii ki.

Diğer taraftan, her biri ilerlemiş yaş grubundaki anne babaların; evlatlarının bu şekilde daimi gidişlerinden nasıl ve ne ölçüde etkilendiği hususu maalesef hiç kimsenin aklına gelmiyor.

Kısacası insanlarımızın ülkeyi terk edip yabancı diyarlarda geleceklerini aramalarının, ülke açısından ekonomik ve teknolojik çok büyük kayıplarının yanında; bu ayrılıkların, toplum üzerindeki sosyolojik ve psikolojik etkilerini hiç kimse görmüyor, düşünmüyor, konuşmuyor.

Esasen bu, içten içe kanayan çok derin bir yara. Bu göç sürecinde giderek daha fazla sayıdaki genç ülkesinden, ailesinden koparak yabancılaşacak; aile bağları git gide zayıflayıp, çözülecek; dolayısıyla kanama artarak devam edecektir.

Şimdi inanıyorum ki, bu yazdıklarıma; “Gençler ne yapsınlar? Daha iyi şartlarda çalışıp daha çok kazanmak; kendilerini daha özgür ve mutlu hissettikleri yerlerde yaşamak onların hakkı değil mi?

Aile bağları zayıflayacak, ana babaları üzülecek, diye hayatlarına yön vermesinler mi?” şeklinde itirazlar olacaktır.

Bu itirazları yapanların da, giden gençlerin de, geride bıraktıkları insanların da kendi açılarından haklı oldukları taraflar var tabi ki.

Bilindiği üzere sosyal problemlerde, matematikte olduğu gibi tek bir doğru yoktur. Aslında bu konu, siyasetçilerin, bilim insanlarının, özellikle de sosyal bilimcilerin üzerinde çok fazla kafa yormaları gereken bir konu.

Esasen her halde geneli memnun edecek en ideal çözüm; insanların kendi ülkelerinde rahat ve mutlu olmalarının sağlanması; bilgiye, tecrübeye, liyakate önem verilmesi; herkesin ülkesinde sevdiği, başarılı olacağı, kendisini tatmin edecek işlerde çalışabilmesi; yeterince kazanması ve sevdikleriyle birlikte güzel bir hayat sürmesidir.

Yayınlarsanız lütfen adımı yazmayınız. Selam ve saygılar.


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)
Yazarın Diğer Yazıları
Öğrenciye yemek!
Dünya Öğretmenler Günü
Beyin göçü!!!
Önyargıların esiri olduk